Bedenin takatsizliğini sesin üstlendiği bir an gelir; içine
çekilmiş, sözcükleri geveleyen ses…
Seviyorum bu sesi. İki sevgili arasında özel bir dil yaratır bu. Diksiyonu
bozuk, -daha nötr söyleyelim- sadece iki kişilik özel bir dil. Yenilmiş bedenin
bir şeyleri itiraf ederken büründüğü kılık; sesle bakışın eşleşemediği,
itirafın tam da bakışın sesi terk ettiği anda geldiği sevilesi bir içtenlik
krizi. İnsan bu sesle kendisi olur. ‘Kendisi’ diye imtiyazlı bir kendilikten
söz etmiyorum (böyle bir kendilik yok çünkü), daha çok bir içtenlik imkânı
olarak kendisi…
İçine çekilmiş, sözcükleri geveleyen bu ses dışarıdan kulak
vereceklere karşı da tedbirlidir sanki; ses merak edilesi bir çınlamadan
yoksundur; aksine bir fısıltı hüviyetine de bürünmez. Hatırlayalım, fısıltıda
konuşanın da dinleyenin de gözleri belerir. Hayır, bedenin gurur dolu
çıkıntılarını ağır ağır törpüleyen bir sestir bu, bir işçilik yapar sanki. Sessiz
harflerin tınısı sesli harflerin titrek duraksaması gibi duyulur, dudak hafif
aralıktır, hareket etmez; kukla konuşturur gibi… ama matem havasıyla: hani bir
yakınınızı kaybetmişsinizdir ve onu defnettikten sonra (kalabalığı da
defnettikten sonra) baş başa konuştuğunuz biriyle yeni bir yakınlık kurarsınız; sesiniz yorgundur, uykusuzdur, bezgindir… ama sizi can kulağıyla
dinleyen biri vardır… O ses… Yaşadım ben bunu!..
Amerikan sinemasında bu “bozuk” diksiyonun yetenekleştirdiği
bir dönem var ne zamandır. “Bozuk” diksiyonla seyircinin ağızdan çıkana pür
dikkat kesilmesi, kameranın konuşma esnasında yüze yaklaşması, sözcüklerin yüzün
imgesiyle anlam kazanması vb. söyleneni daha da anlaşılır kılan bir ses… göz sesi dinler...
'Bu videoyu YouTube'da izleyin' yazısına basınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder