11 Ağustos 2015 Salı

True Detektive




                                         
                    
Bedenin takatsizliğini sesin üstlendiği bir an gelir; içine çekilmiş, sözcükleri geveleyen  ses… Seviyorum bu sesi. İki sevgili arasında özel bir dil yaratır bu. Diksiyonu bozuk, -daha nötr söyleyelim- sadece iki kişilik özel bir dil. Yenilmiş bedenin bir şeyleri itiraf ederken büründüğü kılık; sesle bakışın eşleşemediği, itirafın tam da bakışın sesi terk ettiği anda geldiği sevilesi bir içtenlik krizi. İnsan bu sesle kendisi olur. ‘Kendisi’ diye imtiyazlı bir kendilikten söz etmiyorum (böyle bir kendilik yok çünkü), daha çok bir içtenlik imkânı olarak kendisi…


İçine çekilmiş, sözcükleri geveleyen bu ses dışarıdan kulak vereceklere karşı da tedbirlidir sanki; ses merak edilesi bir çınlamadan yoksundur; aksine bir fısıltı hüviyetine de bürünmez. Hatırlayalım, fısıltıda konuşanın da dinleyenin de gözleri belerir. Hayır, bedenin gurur dolu çıkıntılarını ağır ağır törpüleyen bir sestir bu, bir işçilik yapar sanki. Sessiz harflerin tınısı sesli harflerin titrek duraksaması gibi duyulur, dudak hafif aralıktır, hareket etmez; kukla konuşturur gibi… ama matem havasıyla: hani bir yakınınızı kaybetmişsinizdir ve onu defnettikten sonra (kalabalığı da defnettikten sonra) baş başa konuştuğunuz biriyle yeni bir yakınlık kurarsınız; sesiniz yorgundur, uykusuzdur, bezgindir… ama sizi can kulağıyla dinleyen biri vardır… O ses… Yaşadım ben bunu!..



Amerikan sinemasında bu “bozuk” diksiyonun yetenekleştirdiği bir dönem var ne zamandır. “Bozuk” diksiyonla seyircinin ağızdan çıkana pür dikkat kesilmesi, kameranın konuşma esnasında yüze yaklaşması, sözcüklerin yüzün imgesiyle anlam kazanması vb. söyleneni daha da anlaşılır kılan bir ses… göz sesi dinler...




'Bu videoyu YouTube'da izleyin' yazısına basınız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder