Müfettiş
çocuklara sorar:
-Bayrağımızdaki
kırmızı renk neyi temsil eder?
Çocuklar hep bir
ağızdan:
-Şehitlerimizin
kanınııı!..
Peki bu beylik
müfettiş sorusu neyi temsil ediyor acaba?
Şehitlerimizin
kanının bayrakta temsilinin çocuk zihninde nasıl uyandığını anlamak için biraz Piaget çalışalım.
“Çocuk,
anlamadığını anlıyormuş gibi göstermekte çok ustadır.”(1)
Bu soru
Kisssinger’in vaktiyle gazetecilere dediği gibi ‘Vereceğim cevaplara sorusu
olan var mı?’ türünden bir sorudur. Cevap sorudan önce gelir ve soruyu
temsil etmez. Soru ve cevap bir bütün olarak kendi düz anlamını da temsil
etmez. Çocukların “doğru” cevabı bilmesiyle elde edilen anlam sadece
onaylanmadır. Oysa büyüklerin onaylanması, çocukların “doğru” cevabı bilmesiyle
yaşadıkları tatminin ardında gizlenir. Soru-cevap bu çifte onaylanmanın
dışındaymış gibi görünür. Çocuğun ‘anlamadığını anlıyormuş gibi göstermesindeki
ustalığı’, müfettişin “doğru”nun ancak tekrara dayalı sıkıcı yapısını mesleği
gereği anlamamasıyla çakışır.
Çocuk bayrağın
kırmızı renginin şehitlerin kanını temsil etmesinden şunu anlar: Bir bez
parçası ölen şehitlerin kanına bandırılır ve bayrak olur.
İşin ilginci
yetişkinler de benzer bir şey anlarlar: Şehitlerimizin kanıyla sulanan bir
meydana bir akşam ay ve yıldızın yansıması düşer ve bayrağımızın şekli oluşur.
Bu hikâyede kafkaesk şekilde zaman ve mekân yoktur.
Her iki
algılamanın da duyumun hizmetinde görünmesi tuhaf. Ama bu bir görünüm sadece.
Aksine duyum algının hizmetinde. Çocuk “doğru” cevabı bilirken yetişkinin
dünyasına katılıyor ama, yetişkin de çocuğun algısıyla eşitlendiği için
indirgemeci bir bedel karşılığında oluyor bu.
“(…) bu nedenle
de duyumlar, oluşturucu değil, oluşturulmuş öğelerdir.” (2)
J. Piaget soru-cevap
ilişkisinde klinik incelemede gözlemlenebilecek beş tepki türü saptar. Bu tepkilerden biri konumuzla ilgili olanı: “spontan
inanç”; çocuk soruya cavap vermek için akıl yürütme ihtiyacı hissetmez, formüle
edilebilir basmakalıp bir cevap verir. (3)
Türkiye’de
işlenen bu spontan inanç kritik zamanlarda bayrakların evrensel temsil
yeteneklerinden farklı olarak yerel temsilde aşırı bir “sevgi” nesnesine bürünür.
Sanki bayrağa gösterilen aşırı sevgi,
diğerlerinin sevgisini ölçen bir vatandaşlık sınavı haline gelir. Aşırı "sevgi" ve diğerinden nefret iç içedir. Taşınan bayrak gibi, elde tutulan hem bayraktır hem de sopa. Tam da bu
davranış bayrağı ulusal birliğin sembolü olmaktan uzaklaştırır ve bir kabilenin
totemi yapar. Totem bir şeyi temsil etmez, aptalca kendisidir.
(1) Jean Piaget,
Çocukta Dil ve Düşünme, Çev. Sabri Esat Siyavuşlugil, s.83, Palme Yay., Ankara,
2007
(2) Jean Piaget,
Epistemoloji ve Psikoloji, Çev. Seçkin Cılızoğlu, s. 68 Havass Yay. İstanbul,
Aralık 1980
(3) Jean Piaget,
Çocuğun Gözüyle Dünya, Çev. İsmail Yerguz, s. 15, Dost Yay. Ankara 2005
yazdıklarınızın çoğunu okudum, kesinlikle psikoloji bilen ya da o alanda çalışan biri olmalısınız, ya da hayatın ayrıntılarını en sizin kadar ii anlatan bir edip cansever okuru.
YanıtlaSilEdip Cansever'i okurum ve severim, bu doğru. Ben Ruhi Bey Nasılım şiirini defalarca (abartmayayım, iki bilemedin üç kez diyeyim) okudum. Gözlem için değer verdiğim başka yazarlar da var tabi, ama bilgece olanı sanıyorum insanın kendini gözlemlemesi, kendini utandırmayı göze alarak... Selam ve sevgiyle...
YanıtlaSil