Eskiden satın alacağım kitapları elime alır seçerdim. Ankara’da ayakyolu yaptığım Zafer Çarşısı: yeraltında olmanın emsalsiz hali. Merdivenden aşağı inip yeryüzünden yitince, kitapların kanatları altına girerdim. Her gün uğrardım oraya –bazen günde birkaç kez- ama parasızlık yüzünden ayda üç dört kitap ancak alırdım. Satın alamayacağım kitaplara bakarken (ön kapağına, ya da arka kapağındaki tanıtım yazısına bakmaktan söz etmiyorum, bizzat içinden birkaç sayfa okuyarak)imrenme duygumu öldürürdüm (imrenme zaten imrenme duygusunu öldürme arzusu değil mi?) onlar hakkında ayaküstü fikir sahibi olurdum. Bu tutumum kitaba sahip olmanın hileli bir yöntemiydi ama işe yarıyordu. Zamanla “iyi” kitabı “kötü” kitaptan ayıracak keramete kavuştum. Artık birkaç sayfa değil, kitabın rastgele bir sayfasından rastgele bir cümle okumam yetiyordu.
Son on yıldır kitaplarımı internetten ısmarlıyorum. Dolayısıyla ısmarladığım kitaplar arasından “çöp” kitaplar da çıkıyor. Kitapları seçerken genellikle yazarın adına bakıyorum, ya da kitap dergilerinde çıkan tanıtım yazılarına, olmadı okuduğum bir yazarın referansına… ama araya, verdiğim paraya değmeyecek kitaplar da karışıyor. Hem pişman oluyorum hem aldatıldığımı hissediyorum (bu iki duygunun bir arada bulunması bir tedbir gibi; biri diğerine karşı avutucu). Talal Asad’ın Dinin Soykütükleri böyle bir kitap. Üstelik kitabı Metis basmış. Adam hakkında biraz araştırma da yaptım. Youtube'dan videosunu izledim. Talal Asad Suudi kökenli. Batı’da eğitim görmüş, bibliyografyası zengin. Ama adamda fikir yok. Tipik yaranmacı, İslamcı (öyle olmadığı halde öyle görünmeyi beceriyor; Batılı imajı için cümleyi şöyle de kurabilirsiniz: İslamcı olduğu halde öyle görünmemeyi beceriyor) Ortadoğu kafası. Madem para verdik ziyan olmasın okuyalım karmaşası sayesinde ilginç bir şey fark ettim, fikirsizliğin zımni bir üslubu varmış: zımniliği korumak... Adamın yazdıklarını araştırayım derken adamın kendisi bir araştırma nesnesine dönüşmeye aday.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder