1109
no’lu sandık. Köyün düğün salonu olarak kullanılan tek katlı binasında toplam beş
sandık. Bizimki tam ortada. Sandık başkanı benim. Bir şeyin başkanı ol da ne
olursan ol… yok yahu, görev almamak için İlçe Seçim Kuruluna dilekçe vermiştim
ama dilekçe falan sökmüyor, iş zorla üzerime kaldı.
Memur üye, özel bir lisede
rehberlik öğretmeni. Gözlüklü, güleç yüzlü, entelektüel bir havası var,
konuşulacak biri.
AKP üyesi otuz yaşlarında,
atletik uzun boylu, kumral kısa saçları önlerden iyice seyrelmiş, mavi gözleri
güzel bakıyor.
MHP üyesi, sanki kredi
borçlarının günü gelmiş; düşünceli, bıkkın, çekingen. Bilgilerine baktım,
Gaziantepli. Bana başkan demeyi o başlattı.
HDP üyesi kızımın sınıf
arkadaşının babası. Aynı sandıkta çalışacağımızı önceden biliyordum ama ilk kez
karşılaşıyoruz. Bedeni yassı ve enlemesine gelişmiş. Kestirme izlenimim: uzun
yıllar inşaatta çalıştığı ve şimdi usta taşeron olduğu.
CHP’li üye eski bir öğrencimin
dedesi, ayağından sakat, bir eli devamlı bastonunda. Belli ki sağlam görünmek
lehine değil. Vaktiyle hanımı torunu yüzünden benimle kavga etmişti… ta o
zamandan bir husumet kırıntısı? Yok galiba…
Ben evrakları doldurmak için
kenara çekildim. Onların hepsi yan yana üç masanın arkasına dizildiler. Rehber
öğretmen başkan gibi durumu idare ediyor. AKP üyesi tecrübeli.
İş bizi yakınlaştırıyor. İşimizi
doğru yapmanın matematiksel tarafı hepimizin üzerinde bir denetmen. Şu kadar
zarf, şu kadar oy pusulası. Mevzuat gereği ikinci kez sayıyoruz. Sonuç aynı.
Bravo! Birbirimizi tebrik ediyoruz. Biz: MHP’li, AKP’li, HDP’li, CHP’li, rehber
öğretmen ve ben hepimiz bir takımız. Af edersiniz Mc Gregor’un Z kuramından
etkilenmiş bir Japon gibi konuştum. Ne yalan söyleyeyim hayat bu yakınlığı
dayatıyor. Durun, takıma iki kişiyi daha eklemeliyim. Oy ve Ötesi’nden iki
genç. Biri zengince, konuştuk Zekeriyaköy’de oturuyor, diğeri Boğaziçi fizik
bölümü 3. sınıfta öğrenci. Akademik kariyer yapmak istiyor. Muharrem İnce gibi
öğretmen olmaya niyeti yok yani. Asıl hedefi yurtdışı. Cern deneyini konuştuk,
Feyman’ı, paralel evreni… kuantuma ilgisi yokmuş, teorik fizik çekiyormuş onu.
Fizik bölümü birinci tercihin miydi diye sordum. Evet dedi. İşte bu! Reklamcı
pürdikkat dinledi bizi, sorularıyla sohbete yön veren daha çok o oldu.
Bir ara onlara evlendirme
programı izliyor musunuz diye sordum. Kafam giriş kapısının yanındaki sandığın
başkanına takılmıştı. Adam ilgili programın, taliplisi eksik olmayan
jönlerinden biriydi. Belki on yıl oldu. Zamanın yaşlandırıcı etkisini üzerine
giydirince tıpkı o. Makine mühendisiydi galiba; mavi gözlü, çene sakallı, beyaz
saçlı. Biraz göbek salmış. Normal. Hayır evlendirme programı izlemiyorlarmış.
Oy vermeye gelen eşime sordum. Benzetemedi. Tahminim tutarsa sevineceğim. Bunun önceki güne ait bir nedenini söyleyeyim şimdi. Bu adam
sandıkları ve oy kabinlerini hazırlamaya geç geldi. Geldikten sonra da hiç
yardım etmedi. Teklif dahi etmedi, siz yapıyorsunuz zaten dedi, çekti gitti.
Onun sandığı oylamaya geç başladı. Oh olsun, sorunlu bir sandık; titiz adam…
sürekli bir çekişme, itiraz, ağız dalaşı.
Sayıma geçtik. Zarflar tamam, oy
pusulaları tamam. Bravo! Zarfları söküp oy pusulalarını ayırırken solumuzdaki
sandığın başkanı emekli öğretmen kadın (tanıyorum kendisini) oy pusulalarını
okumaya başladı. Hıza bak. Bu beni telaşlandırdı. Rehber öğretmen, hep
söylüyoruz çocuklarınızı yarıştırmayın diye, sonra böyle oluyor, dedi. Güldüm.
Oy pusulalarını mevzuat gereği ben okudum. Sesime yabancılaştım. Bağırınca hep
böyle olur. Ses tonumu her cumhurbaşkanı adayı ve partiler için adil biçimde
ayarlıyordum ama sesimin bana ait tınısından da uzaklaşmıştım. Su getirin bana
dedim… Nihayet bitti. Ne gerekiyorsa el birliğiyle hallettik. İçten içe herkes
bir şeylere üzüldü sevindi. Ben bir şeylere küfrettim ama küfrettiğim insanlar
arasında sandık üyeleri yoktu. Dedim ya biz bir takımdık.
Kapının yanındaki sandığın işleri
bizden bir saat sonra bitti. Çuvalları teslim etmek üzere ben, emekli kadın ve
sağımızdaki sandığın başkanı Oflu aynı arabaya bindik. Oflu kapının yanındaki
sandığın başkanına takmış benim gibi. Evlendirme programı izledin mi hiç dedim
ona. İzledum dedi. O adamı tanıyor musun hani diye devam ettim. Ula tanirum
dedi. Bi İranlu kızu almuştu, sonra geru geturdu. İşin o kısmını bilmiyordum
ama evet dedim. Oflu bütün Oflular gibi alem adam. Yolda otostop çeken üç gence
sidirin la dedi, ayağını yerden kesmiş birinin muzipliğiyle yaptı bunu. Ters
yola girmiş bir şoföre bağırdı. Devamlı ekşın halinde bir Oflu… neyse
sandıkları teslim ettik aynı ekip geri dönerken bizim titiz başkana rastladık.
Ofluya, sorsana ona dedim. Tamam sorayrum dedi, ne soracağum? Mesleğini sor
dedim. Tamam dedi. Sor ki eğer makine mühendisiyse bu akşam rahat bir uyku
uyuyalım dedim. Sormadı, utanayrum dedi. Galiba soru değil de yönlendirmem
utandırdı onu. Arabamıza bir CHP’li kadın bindi. Islak imzalı tutanakları
Sarıyer’de partisine teslim etti, geldi. Seçim sonuçlarını cep telefonlarından
takip ettikçe tepkilerden anlaşıldı ki şoför de dahil herkes CHP’li. Yalnız
Oflu ihtiyatlı. Emekli öğretmenin kızı aradı, kızına doğru değildir kızım dedi,
daha sandıkları yeni teslim ettik, geçen seçimde de böyle olmuştu. Kızı
ağlıyordu. AKP’liler arabalarla kutlamaya çıkmışlardı, kadınları gördüm, başı
açık, kapalı kadınları. İster istemez sahil yolundaki AKP ilçe binasının önünde kalabalıkta durduk. Yine kadınlar ve halay çekiyorlar. Tuhaf bir modernizm.
Öyle ya da böyle modernizm kadın bedeni üzerinden geliyor. Bunun AKP
aracılığıyla gelmesi çok daha tuhaf. İki aşamalı bir modernizm. Önünde daha
modern olanın örneği durduğu ve ona karşı çıkabildiği için kendini gizleyebilen
modernizm… alt modernizm…
Arabaya sonradan binen CHP'li
kadın siz renginizi hiç belli etmediniz AKP'li misiniz yoksa diye sordu bana.
Güldüm. Sizin gibi hayal kırıklığı yaşamıyorum dedim. Güçlü görünmek istediğimden
değil diye de ilave ettim. Sonra şoför söze girdi, matbaanın icadından
başladı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder