23 Şubat 2019 Cumartesi

Asansör

                       Lost In Translation filminden, Yön. Sofia Coppola




Metroya inen üç asansörden biri arızalı. İkisinin önünde biriken kalabalık sıraya girmemiş ama tuhaf bir şekilde düzenli. Belki asansörlerden hangisinin önce geleceği henüz belli olmadığından yoğunluk ön ortada, yanlara doğru seyreliyor. Önde olanlar biraz telaşlı, sanki biraz önceki asansörü kaçırmışlar gibi, ben de onların arasındayım, kaba bir hesapla altıncı veya onuncu kişi. Kalabalık arkaya doğru çoğalıyor. Gelen gelene. Sabah saatleri herkes bir yere yetişecek. 

Kalabalığın hareketlenmesinden hangi asansörün geleceği belli oldu. Soldaki asansörün kapısı açılır açılmaz dışarı çıkan kalabalık tek sıra halinde içeri giren kalabalığı  tam ortadan ikiye yardı. Aynı anda sağ ve sol yandan dışarıdaki kalabalık da içeri doluşmaya başladı. Bilmiyorum herkese oluyor mu, drone çekimi yaygınlaştığından beri içinde bulunduğum mekânı yukarıdan da görebiliyorum. Bir tür drone bakışı. Bunun kuş bakışından farkı şu: Yerdekini sabitleyip hareket eden 'drone'la bir düzen tutturmak, püf noktası 'drone’nun uygun açıyı bulana kadar seyir halinde olması. Böyle bakınca kalabalık sanki merasim geçidindeymiş gibi. İki ters akımın ahengi…


Malûm, köşeleri ilk binenler kaptı, bana sağ köşenin yanı düştü. Sırtımı metal duvara yasladım. Son binenler bir manevrayla yüzlerini kapıya döndüler, herkeste ufak bir dalgalanma, diğeri karşısında pozisyon alma babından. Pozisyonları tasnif edersem şöyle bir tablo çıkıyor ortaya: Birinci mevki köşeler, ikinci mevki köşelerin arasındaki kenar hatları, üçüncü mevki son binenlerin yüzlerini döndükleri kapı ağzı, dördüncü mevki ortalar (Allah düşürmesin!)… Bunları yazarken okuduğum bir kitap aklıma geldi, şimdi baktım, John Gueldener’in gözlemine uyuyor (1). Yalnız onun diyagonal (çapraz) dediği yerleşim bizde ortada gerçekleşiyor; herkesin yanındakiyle göz temasından kaçınacağı profil duruş… Asansörde bakış kendini dışarı atamaz (yükseklik korkusu olmayanların bindiği saydam asansörler hariç… asansör zaten fobik bir nesne olarak kapalı yer korkusunu, yükseklik korkusunu, yakın temas korkusunu vb tetikler). Bakış nötr olmak için hareket arar. Asansörün kendisi hareket ettiği halde, bakışın bu hareketi temsil eden ışıklı düğmelerde sabitlenmesi idealdir. Bunun anestezik bir etkisi vardır, hareket bedende hissedilmez.


Erkekler çantalarını iki ellerini kulpta birleştirmiş halde apış aralarında tutuyorlar. Taciz etmiyorum duruşu –bugünlerin en revaçta ideolojisi bu-. Kadınlar kollarını aşağı sarkıtmış, hafif gerginler, bakışları yerde. Ellerimi ceplerime soktum, siyah Columbia pantolonumu dönüşümlü giyerim diye iki haki pantolonuma nazire yaz indiriminde almıştım ama hiç üzerimden çıkarmadım, yüksek bel ve cepleri rahat.


‘Kapı kapanıyor!’ anonsu yapıldı, hemen ardından ‘Kapı açılıyor!’ anonsu. Kapı açılınca asansörün önünde yığılan insanlarla göz göze geldik, utanç verici. Biri binecek oldu, hani dolmuş sırasını beklemeyip ayakta gitmeye razı son yolcular olur, iki durak sonra ineceğim yolcuları… içeriden eşiğe yakın biri ‘Dolu kardeşim’ dedi. Kapı tekrar kapandı ve ‘Kapı açılıyor!’ anonsuyla tekrar açıldı. Ben ne anladıysam herkes de aynısını anladı, asansörde fazla yük var. Kimsede çıt yok, içeridekilerle dışarıdakilerin yine o bön bakışması. Kapı yine kapandı, yine açıldı. Fazlalıktan en tedirgin olması gerekenler sonra binenler, yani kapıya yakın olanlar, ama diyagonal duruş gereği yüzleri kapıya dönük, ‘fazla yük’ü üzerlerine alınır bir halleri yok. Ortada duran şallı, orta yaşlı bir kadın ‘Kapı tam oturmamıştır, düğmeye basın,’ dedi. Düğmenin olduğu yerde bir kıpırdanma oldu. Kapı kapandı ama tekrar açıldı. Önde genç bir biri, ‘En son binen insin!’ dedi. Yazılı bir kuralın olmadığı yerde gencin sesi egemenin belirlediği ‘istisna hali’ kavramına uygun bir cüretle çıkmıştı. Carl Schmit’in kulakları çınlasın, çınlasın ama bu başka bir şey. Buyruk değil, önlem. Genç acaba kendini en son binenden bir önceki sayıyor olabilir mi? Köşede duran bir adam homurdanacakmış gibi nefes aldı, verdi, şahsen ondan ‘İşimiz gücümüz var’ demesini bekledim. Bıyıklı şişmanca.


En son binen kim? Kimse üzerine alınmıyor? Hepimiz bir güruhuz. Şu anda asansörün yarattığı bir kap insanız, topyekûn özne hali. Asansörün uygunluk psikolojisi için bir deney alanı olabileceğini Amerikalılar 1962 yılında keşfetmişlerdi. Amerikalılar bunu poker suratlı oyuncuların tuzaklarına düşürdükleri kurbanlarla bir deney filminde gösterdiler. Oyuncular hep beraber duvara bakınca kurban da ister istemez duvara bakıyordu. 




Peki ama bu deneyde gözlemlediğimiz bir davranış değişikliği olarak gerçekleşen durum, aksine kimsenin harekette bulunmadığı ve asansörün de hareket etmediği bizim durumla nasıl bağdaşacaktı? Burada sessiz bir psikoloji vardı. En son binenin kendini bilse bile şöyle düşüneceği bir psikoloji: kapı bunca açılıp kapandıktan sonra benim asansörden şimdi inişim, neden daha önce değil diye kınanabilir, fedakârlığın ve nezaketin fırsatı kaçtı. Olumsuz diğerkâmlık.


Herkes bekliyor. Asansör hareket etmiyor.


Kapı iki kez daha açıldı kapandı. ‘Kapı kapanıyor!.. Kapı açılıyor!..’ Anons sesi bize birazdan olacak şeyi haber vermiyor sadece o istisna halde, müstesna kişiyi ortaya çıkması için kışkırtıyor da. İçimden beni bir gülme tuttu ama gülemiyorum, bir an tanıdığı olan varsa kucağına alsın diyecek oldum, belki içlerinde yerçekimi kanunu ve ağırlık ilişkisini bilen birileri vardır da espri güme gitmez diye insanların tek tek yüzlerine baktım, ama emin olamadım. Ön tarafta tık yok. Akvaryumu terk etmeyen balık gibiler.  İnsana benzeyen hayvanlar sevimli de, hayvana benzeyen insanlar neden sevimsiz? Hayvan sevgisinin de bir hattı hududu var dedim ve kendimi dışarı attım.

Dersimi aldım: Asansör yakınlaştırırken tecrit ediyor. Tecrit ederken de aynılaştırıyor.


Yürüdüm. Yürüyen merdivenlerden de yürümedim, dümdüz yürüdüm. Ben hep yürürüm zaten, neden asansöre binmeye kalktım ki?..


Yolda düşündüm, asansörde gördüğüm o kalabalık birbiriyle dayanışmaya giremeyecek denli bencildi, dolayısıyla bir linç güruhuna asla dönüşemeyecekti. Küfredilirdi onlara. Evet ya. Hem her şeyin sorumlusu hem her şeyin sorumsuzu olanlar, oradaydılar işte…Epizodik varoluş...



(1)Aktaran Erwing Goffman, Kamusal Alanda İlişkiler, Toplu Yaşamın Mikro İncelemeleri, Çev. M. Fatih Karakaya, s. 57, Heretik Yay. İst. 2017





2 yorum:

  1. Çok güzel.
    Kimse yakınını kucağa almıyor üstelik:)))
    hem beğendim hem eğlendim...
    Ben adliyede hakimken beşinci kattaydı odam ve mahkeme duruşma salonu... O günkü duruşmaya gelen-hakimi kürsüde cübbeyle görüp-yüz olarak anımsamayan-inmezdi de...duruşmaya yetişeceğim diye... ben iner, git haydi derdim... ben de biraz geç başlarım duruşmaya... ancak duruşma sırasında anlardı ne olduğunu...

    YanıtlaSil
  2. Okulda çalışan bir kadın anlattı, asansör bu kez yukarı çıkarken olmuş olay; asansör yine ağır yükten önce hareket etmemiş sonra son derece yavaş bir hızla yükselmiş. Herkes korktu ama belli etmedi dedi. Peki dedim belli etmedilerse sen nereden anladın korktuklarını. Çünkü ben de belli etmedim dedi. Burada kendi hissettiğinin diğerinin de hissi olduğuna inanmak esas. Belirti ancak böyle oluşuyor, bilme halinin herkese bağışladığı bir suskunluk. Yapay zekanın dışarıdan müdahale edeceği kuntlaşmış ruh hali de geleceğe hazırlanıyor: Tepede bir ekran var, son binen “ağır” kişiyi tespit edip mimliyor, mesela kırmızı bir çember içine alıyor ve sesleniyor ‘Lütfen asansörü boşaltınız.’

    YanıtlaSil