Metroya inen üç asansörden biri arızalı.
İkisinin önünde biriken kalabalık sıraya girmemiş ama tuhaf bir şekilde düzenli. Belki asansörlerden hangisinin önce geleceği henüz belli olmadığından yoğunluk ön ortada, yanlara doğru seyreliyor. Önde
olanlar biraz telaşlı, sanki biraz önceki asansörü kaçırmışlar gibi, ben de
onların arasındayım, kaba bir hesapla altıncı veya onuncu kişi. Kalabalık arkaya
doğru çoğalıyor. Gelen gelene. Sabah saatleri herkes bir yere yetişecek.
Kalabalığın hareketlenmesinden hangi
asansörün geleceği belli oldu. Soldaki asansörün kapısı açılır açılmaz dışarı
çıkan kalabalık tek sıra halinde içeri giren kalabalığı tam ortadan ikiye yardı.
Aynı anda sağ ve sol yandan dışarıdaki kalabalık da içeri doluşmaya başladı. Bilmiyorum
herkese oluyor mu, drone çekimi yaygınlaştığından beri içinde bulunduğum mekânı
yukarıdan da görebiliyorum. Bir tür drone bakışı. Bunun kuş bakışından farkı
şu: Yerdekini sabitleyip hareket eden 'drone'la bir düzen tutturmak, püf noktası 'drone’nun uygun açıyı bulana kadar seyir halinde olması. Böyle bakınca kalabalık
sanki merasim geçidindeymiş gibi. İki ters akımın ahengi…
Malûm, köşeleri ilk binenler kaptı, bana
sağ köşenin yanı düştü. Sırtımı metal duvara yasladım. Son binenler bir
manevrayla yüzlerini kapıya döndüler, herkeste ufak bir dalgalanma, diğeri
karşısında pozisyon alma babından. Pozisyonları tasnif edersem şöyle bir tablo
çıkıyor ortaya: Birinci mevki köşeler, ikinci mevki köşelerin arasındaki kenar
hatları, üçüncü mevki son binenlerin yüzlerini döndükleri kapı ağzı, dördüncü
mevki ortalar (Allah düşürmesin!)… Bunları yazarken okuduğum bir kitap aklıma
geldi, şimdi baktım, John Gueldener’in gözlemine uyuyor (1). Yalnız onun
diyagonal (çapraz) dediği yerleşim bizde ortada gerçekleşiyor; herkesin
yanındakiyle göz temasından kaçınacağı profil duruş… Asansörde bakış kendini
dışarı atamaz (yükseklik korkusu olmayanların bindiği saydam asansörler hariç…
asansör zaten fobik bir nesne olarak kapalı yer korkusunu, yükseklik korkusunu,
yakın temas korkusunu vb tetikler). Bakış nötr olmak için hareket arar.
Asansörün kendisi hareket ettiği halde, bakışın bu hareketi temsil eden ışıklı
düğmelerde sabitlenmesi idealdir. Bunun anestezik bir etkisi vardır, hareket
bedende hissedilmez.
Erkekler çantalarını iki ellerini kulpta
birleştirmiş halde apış aralarında tutuyorlar. Taciz etmiyorum duruşu –bugünlerin en revaçta ideolojisi bu-. Kadınlar kollarını aşağı sarkıtmış, hafif gerginler,
bakışları yerde. Ellerimi ceplerime soktum, siyah Columbia pantolonumu dönüşümlü
giyerim diye iki haki pantolonuma nazire yaz indiriminde almıştım ama hiç
üzerimden çıkarmadım, yüksek bel ve cepleri rahat.
‘Kapı kapanıyor!’ anonsu yapıldı, hemen
ardından ‘Kapı açılıyor!’ anonsu. Kapı açılınca asansörün önünde yığılan
insanlarla göz göze geldik, utanç verici. Biri binecek oldu, hani dolmuş
sırasını beklemeyip ayakta gitmeye razı son yolcular olur, iki durak sonra ineceğim
yolcuları… içeriden eşiğe yakın biri ‘Dolu kardeşim’ dedi. Kapı tekrar kapandı
ve ‘Kapı açılıyor!’ anonsuyla tekrar açıldı. Ben ne anladıysam herkes de
aynısını anladı, asansörde fazla yük var. Kimsede çıt yok, içeridekilerle
dışarıdakilerin yine o bön bakışması. Kapı yine kapandı, yine açıldı. Fazlalıktan
en tedirgin olması gerekenler sonra binenler, yani kapıya yakın olanlar, ama
diyagonal duruş gereği yüzleri kapıya dönük, ‘fazla yük’ü üzerlerine alınır bir
halleri yok. Ortada duran şallı, orta yaşlı bir kadın ‘Kapı tam oturmamıştır,
düğmeye basın,’ dedi. Düğmenin olduğu yerde bir kıpırdanma oldu. Kapı kapandı
ama tekrar açıldı. Önde genç bir biri, ‘En son binen insin!’ dedi. Yazılı bir
kuralın olmadığı yerde gencin sesi egemenin belirlediği ‘istisna hali’
kavramına uygun bir cüretle çıkmıştı. Carl Schmit’in kulakları çınlasın, çınlasın
ama bu başka bir şey. Buyruk değil, önlem. Genç acaba kendini en son binenden
bir önceki sayıyor olabilir mi? Köşede duran bir adam homurdanacakmış gibi
nefes aldı, verdi, şahsen ondan ‘İşimiz gücümüz var’ demesini bekledim. Bıyıklı
şişmanca.
En son binen kim? Kimse üzerine
alınmıyor? Hepimiz bir güruhuz. Şu anda asansörün yarattığı bir kap insanız,
topyekûn özne hali. Asansörün uygunluk psikolojisi için bir deney alanı
olabileceğini Amerikalılar 1962 yılında keşfetmişlerdi. Amerikalılar bunu poker
suratlı oyuncuların tuzaklarına düşürdükleri kurbanlarla bir deney filminde gösterdiler.
Oyuncular hep beraber duvara bakınca kurban da ister istemez duvara bakıyordu.
Peki ama bu deneyde gözlemlediğimiz bir davranış değişikliği olarak gerçekleşen
durum, aksine kimsenin harekette bulunmadığı ve asansörün de hareket etmediği
bizim durumla nasıl bağdaşacaktı? Burada sessiz bir psikoloji vardı. En son
binenin kendini bilse bile şöyle düşüneceği bir psikoloji: kapı bunca açılıp
kapandıktan sonra benim asansörden şimdi inişim, neden daha önce değil diye
kınanabilir, fedakârlığın ve nezaketin fırsatı kaçtı. Olumsuz diğerkâmlık.
Herkes bekliyor. Asansör hareket
etmiyor.
Kapı iki kez daha açıldı kapandı. ‘Kapı
kapanıyor!.. Kapı açılıyor!..’ Anons sesi bize birazdan olacak şeyi haber
vermiyor sadece o istisna halde, müstesna kişiyi ortaya çıkması için kışkırtıyor
da. İçimden beni bir gülme tuttu ama gülemiyorum, bir an tanıdığı olan varsa
kucağına alsın diyecek oldum, belki içlerinde yerçekimi kanunu ve ağırlık
ilişkisini bilen birileri vardır da espri güme gitmez diye insanların tek tek
yüzlerine baktım, ama emin olamadım. Ön tarafta tık yok. Akvaryumu terk etmeyen
balık gibiler. İnsana benzeyen hayvanlar sevimli de, hayvana
benzeyen insanlar neden sevimsiz? Hayvan sevgisinin de bir hattı hududu var
dedim ve kendimi dışarı attım.
Dersimi aldım: Asansör yakınlaştırırken tecrit ediyor. Tecrit ederken de aynılaştırıyor.
Dersimi aldım: Asansör yakınlaştırırken tecrit ediyor. Tecrit ederken de aynılaştırıyor.
Yürüdüm. Yürüyen merdivenlerden de
yürümedim, dümdüz yürüdüm. Ben hep yürürüm zaten, neden asansöre binmeye kalktım
ki?..
Yolda düşündüm, asansörde gördüğüm o
kalabalık birbiriyle dayanışmaya giremeyecek denli bencildi, dolayısıyla bir linç güruhuna asla dönüşemeyecekti. Küfredilirdi onlara. Evet ya. Hem her şeyin
sorumlusu hem her şeyin sorumsuzu olanlar, oradaydılar işte… Epizodik varoluş...
(1)Aktaran Erwing Goffman, Kamusal Alanda İlişkiler, Toplu Yaşamın Mikro İncelemeleri, Çev. M. Fatih Karakaya, s. 57, Heretik Yay. İst. 2017
Çok güzel.
YanıtlaSilKimse yakınını kucağa almıyor üstelik:)))
hem beğendim hem eğlendim...
Ben adliyede hakimken beşinci kattaydı odam ve mahkeme duruşma salonu... O günkü duruşmaya gelen-hakimi kürsüde cübbeyle görüp-yüz olarak anımsamayan-inmezdi de...duruşmaya yetişeceğim diye... ben iner, git haydi derdim... ben de biraz geç başlarım duruşmaya... ancak duruşma sırasında anlardı ne olduğunu...
Okulda çalışan bir kadın anlattı, asansör bu kez yukarı çıkarken olmuş olay; asansör yine ağır yükten önce hareket etmemiş sonra son derece yavaş bir hızla yükselmiş. Herkes korktu ama belli etmedi dedi. Peki dedim belli etmedilerse sen nereden anladın korktuklarını. Çünkü ben de belli etmedim dedi. Burada kendi hissettiğinin diğerinin de hissi olduğuna inanmak esas. Belirti ancak böyle oluşuyor, bilme halinin herkese bağışladığı bir suskunluk. Yapay zekanın dışarıdan müdahale edeceği kuntlaşmış ruh hali de geleceğe hazırlanıyor: Tepede bir ekran var, son binen “ağır” kişiyi tespit edip mimliyor, mesela kırmızı bir çember içine alıyor ve sesleniyor ‘Lütfen asansörü boşaltınız.’
YanıtlaSil