Hemingway’in Yağmur Altındaki Kedi
öyküsü üzerine birçok yazı okudum. Özellikle kadınların yazdıklarını okuyunca
öykünün üzerimde bıraktığı ilk etkiye kuşkuyla baktım. Haklıydılar, Hemingway’in
maço bir tarzı vardı. Yazarın erkek karakterini öykünün içinde keşfetmek
feminist bir dikkat istiyor: Öyküde adamın adı var (George), kadının adı yok (sadece
kadın diye geçiyor); kadının canı sıkılıyor, adam meşgul; kadın habire istiyor,
adamsa daha ciddi entelektüel faaliyet içinde kanaatkâr, ya da umursamaz; mızmızlanan
kadına nihayetinde ‘Al kitap oku!’ diyor.
Öykünün adında kedi geçiyor ama bu bir
kedi öyküsü değil. Canı sıkılan bir kadınla, kadını anlamayan bir adamın
öyküsü. Hemingway’in kamerası kadının peşinde. Kedi kadının canının sıkıntısını
dolayımlayan bir dil öğesi, tümleç. Gerçekte kedi için sözünü ettiği
endişeleri duysa da kadının kendi içinde tattığı acı kedinin çaresizliğine
evriliyor. Merhamet ikame bir acıdır.
Adamın söylediği ‘Al kitap oku!’dan
alalım. Sivri bir lâf bu. Şiddetin entelektüel hali. Tahkir edici bir hücumun özeti. Açılımını kim olsa tahmin eder: Sen hiç okumuyorsun, canının
sıkılmasının nedeni bu… okumadığın için canının neden sıkıldığını da bilmiyorsun…
Oysa bu lâf burnunun dibindeki soruna yüz çeviren birinin kuntluğunu da gösteriyor, kitabın bu kuntluğa alet edilmesi Hemingway’in öyküye kattığı bir
ironi aslında. Tam burada maço ithamlarına karşı Hemingway’in öykünün kahramanı George’u tiye
aldığının kanıtını da görüyorum. Yazarın kahramanına yabancılaşması… Üç tür
yabancılaşmayı birbirinden ayırt edebileceğimiz bu kavşakta biraz duralım.
Öykünün içinde Hemingway’in yaşamına gönderme yapan bir takım otobiyografik
kalıntılar olduğunu varsayalım. Velev ki adı geçen George bir dönem Hemingway
olsun. Yazar Hemingway bir aydınlanma krizi geçirsin ve içindeki George'un farkına varsın, şimdi Hemingway'i maço George’tan özbilince kavuşan yazar-oluşa terfi etmiş haliyle görebiliriz, buna Hegelci anlamda
olumlu yabancılaşma diyelim. İkincisi kadınla adamın birbirinden uzaklaşması,
birbirinin ruh halini hiç tanımayışı; yabancı bir ülkede (İtalya) iki yabancı, buna dilin etimolojisine en sadık anlamıyla düz yabancılaşma diyelim. Üçüncüsü karmaşık, özdeşleşmeyle gelen yabancılaşma; kadının kendi
sorununu yağmur altında kedi ile açığa vurması, buna Marksist anlamda olumsuz
yabancılaşma diyelim.
Öykünün başına döneyim. Ama daha önce söylemem gerek, öykünün çözümlemesini bir ön okuma gibi görmek istemiyorsanız,
öyküyü internetten okuyabilirsiniz, ben de spoiler kaygısı duymamış olurum. Alıntıları bende olan kitaptan yapacağım(1)… Amerikalı bir çift İtalya’da bir otelde
kalıyorlar. Yağmurlu bir gün. Belli ki epeydir bu oteldeler. Kaç günden beri
bilmiyoruz ama ‘İyi havalarda parkta her zaman sehpası başında bir ressam
görürlerdi.’ sözünden en azından iki üç haftadır anlamı çıkarabiliriz. Yağmur
onları otelin içine hapsetmiş. Pencereden bakışa göre sokak ve meydan
betimlemelerinden anlıyoruz ki kadının canını sıkan yağmurun bir başka yan
etkisi daha var: etrafın boşalması, tenhalık. Derken kadın sırılsıklam yeşil
bir masanın altına sığınmış kediyi görür:
“Yağmur damlalarından büzüldükçe
büzülüyordu…”
Kadın yatakta kitap okuyan adama kediyi
alacağını söyler. Adam ‘Ben alayım,’ der. Yattığı yerden söyler bunu; kalksa,
kadının yanına gidip pencereden baksa belki kadın tamam diyecek. Kadınla
duygudaşlık kurması için kedinin halini görmesi gerekiyor. Azıcık çaba... yok.
Kadın:
“Hayır,
hayır ben alırım. Zavallı masanın altına nasıl da büzülmüş.” der.
Biz bu diyalogu anlamak için araya es
koyuyoruz ama aslında konuşma peş peşe.
Şimdi cümleye dikkat edelim: kadın iki kez hayır diyor; ve kedi 'zavallı' oluyor.
Kadın kendi duyarlılığını artırarak adamı duyarsızlaştırıyor (öbür tarafa itme), çok incelikli bir
sitem.
Kadın odayı terk edince Hemingway de
bizi kadının peşi sıra sürüklüyor. Kadın, uzun boylu yaşlı otelciyi görüyor, adamdan hoşlanıyor,
onun ‘her türlü şikâyeti ciddi ciddi dinlemesine bayılıyor… iri yüzü ile büyük
ellerini beğeniyor.’ Dışarı çıkınca odaya bakan hizmetçi kız şemsiyeyle yanına
geliyor. Kız ona ne aradığını sorunca kadın bir kedi vardı burada diyor. Biraz
sonra kediyle ilgili ikinci bir cümle kuruyor, kedi hemen kedi yavrusu oluyor. Kediyi
ya da kadının son dediği kedi yavrusunu göremiyorlar.
Kedi neden kedi yavrusu oluyor? Sanki kedinin nesnel varlığıyla kedinin kadına görünüşü arasında empresyonist bir kopuş yaşanıyor. Oysa bu ruh hali olası bir ressamın bakışından daha derinlikli. Tahayyülden ya da dışında bir nesnenin görünüşünden öte dile gelenin bulduğu bir çıkış yolu; bir ikame nesne. Kedi ama kimse görmediği sürece yavru kedi. Bu küçültme sıfatı hem acımanın dozajını yükseltiyor hem de diğerinin dikkatini dağıtıyor. Kadının seçtiği dilin paradoksu bu, diğerinin dikkatini 'yavru kedi'ye yönlendirirken kendi içinde bulunduğu durumu ele vermemek için dağıtmış da oluyor. Hemingway; bu çarpık özdeşleşmenin ipucunu kadınla hizmetçi tekrar otele girdiklerinde veriyor:
Kedi neden kedi yavrusu oluyor? Sanki kedinin nesnel varlığıyla kedinin kadına görünüşü arasında empresyonist bir kopuş yaşanıyor. Oysa bu ruh hali olası bir ressamın bakışından daha derinlikli. Tahayyülden ya da dışında bir nesnenin görünüşünden öte dile gelenin bulduğu bir çıkış yolu; bir ikame nesne. Kedi ama kimse görmediği sürece yavru kedi. Bu küçültme sıfatı hem acımanın dozajını yükseltiyor hem de diğerinin dikkatini dağıtıyor. Kadının seçtiği dilin paradoksu bu, diğerinin dikkatini 'yavru kedi'ye yönlendirirken kendi içinde bulunduğu durumu ele vermemek için dağıtmış da oluyor. Hemingway; bu çarpık özdeşleşmenin ipucunu kadınla hizmetçi tekrar otele girdiklerinde veriyor:
“Otelcinin karşısında kendini çok küçük,
hem de çok önemli hissediyordu. Çok ama çok önemli bir kişi olduğunu sandı bir
an.”
Odasına dönünce kocasına kedi yavrusunu
bulamadığını söylüyor.
“Niçin bu kadar istediğimi bilmiyorum.
Ama o zavallı kedi yavrusunu
istiyordum. Yağmurun altında zavallı bir kedi yavrusu olmak hiç de hoş bir şey
değil.”
Adam okumasına devam ediyor.
Kadın el aynasında kendini seyrediyor,
kısa kesilmiş saçlarını inceliyor, sağdan soldan profiline bakıyor. Kocasına,
“Saçlarımı uzatsam daha iyi olur mu
dersin?” diye soruyor.
Adam kısa halini kastederek ben
böylesini seviyorum diyor.
“Saçlarımı geriye doğru tarayıp ensemde
koca bir topuz yapmak istiyorum. Hem de okşandığı zaman mırıldanacak bir kedim
olmasını istiyorum kucağımda.” diyor kadın.
Kadının zavallı kediden kendi saçına
geçişiyle gözlemlenebilen bu ruh hali değişimi görüldüğü gibi bir sentezle son
buluyor. Sokak kedisinden kucakta evcil bir kediye ve topuz bir saça. Peki biraz önce dışarıda
ıslanan kediye duyduğu merhamet sahte miydi? Maço eleştirmenler kadındaki bu
değişimi böyle değerlendirme eğilimindeler, öyküde kadının aşağılandığını gören
kadın eleştirmenler ise maçoluğu Hemingway’in sırtına yıkmaktadır. Oysa
merhamet tam da böyle çarpık bir özdeşleşmeyle yaşanır çoğu zaman. Zavallı bir kedi yavrusunu zavallı olan kendine yakın bulmak. Burada iki dolayım var: Kedinin zavallılığının kadın aracılığıyla dile gelmesi adama uyarıcı bir saldırı, öte yandan hizmetçi kızın yanında şefkat. Bu iki duygu farklı olduğu halde birbiri içinde eriyor.
Kadının kedi üzerinden reelleşen ikame
duygusunun ön habercisi –sonra vuku bulsa bile- otelci adam karşısında duyduğu
(özlediği) kendini küçük ve önemli hissetmesinin yansıtma halinden başka bir şey
değil. Freud’da ikame ve yansıtma kişinin kendini savunma biçimleri olarak
geçer. Ama biz bunu bir dil olarak da düşünebiliriz. Yani diğeriyle kurulan
iletişim dili. Okuduğum birçok eleştiride kadının bu yönü yanlış anlaşılmış.
Hemingway’in bu yanlış anlamada sübjektif bir rolü de yok değil. Özellikle
öykünün sonunda hizmetçinin koca bir kediyle kapıda belirmesi kadının ‘yavru
kedi’ye duyduğu merhameti ıskartaya çıkarıyor gibi. Bu durum neden kadının
kendisine gösterilmesini istediği ilginin parodisi olarak anlaşılmasın?
Hemingway kadının ruh hali değişimini karikatürize ederek verse bile biz böyle anlamak zorunda
değiliz. Hemingway’i doğru anlayabiliriz (maço), ama kadını yanlış anlamaya
hakkımız yok. Kadın kediye duyduğu merhamette samimi, çünkü kendi acısında
samimi… Acı, bir kere daha acıdır, acıyı anlatacak dili bulamazsanız…
Yazar burada ne demek istemiş olabilir
sorusu, ilişkiyi yazarın kendi metinleri arasında kurarsak bizi doğru
yöne götürür. Hemingway’in bir başka öyküsü, Köprüdeki Yaşlı Adam öyküsüyle bağ
kurarak mesela. İspanya İç Savaşı sırasında faşistlerin top ateşi yüzünden
köyünü terk edip kilometrelerce yürüdükten sonra mola veren yaşlı bir adam geride bıraktıklarıyla ilgili kaygısını anlatırken… Yaşlı adamın
kaygısı geride bıraktığı iki keçi, bir kedi ve dört çift güvercin içindir. Ama bir
tek avuntusu vardır: Kedi başının çaresine bakabilir…
Yağmur altında gördüğü kediye merhamet duyan kadın ile, göç yüzünden kedisini köyünde bıraktığı için kaygı duyan yaşlı adam... kaygısız merhamet diye bir kavram geliyor dilimin ucuna... tam oturmadı...
Yağmur altında gördüğü kediye merhamet duyan kadın ile, göç yüzünden kedisini köyünde bıraktığı için kaygı duyan yaşlı adam... kaygısız merhamet diye bir kavram geliyor dilimin ucuna... tam oturmadı...
Bugün Dünya Kediler Günü…
(1) Ernest
Hemingway, Askerin Dönüşü, Oda Yayınları, Çev. Mehmet Harmancı, İst. 1983
Ernest hemingway Amerikan edebiyyatının en özel yazarlarından biridir hayatında bu populeritye çok zor ulaşmıştır.william faulkner-la iyi arkadaşdı lakin faulkner onu hep eleştirdi basit dil ve kısa yazdığı için.faulkner ona hep soylerdi sen hayatda çok iddalı ve cesaretli birisin ama yazlarında bu görülmüyor.zaman içinde kendini geliştren ve yazı sitilni basit dil ve kisa hikaylerden büyük hacimli romanlara geçen hemingway kendini ispat etmişdir.En kısa hikayelerinden biri yağmuradkı kedidir aslında bu hikayeni açık burakmışdır okuculara.hikaye 4 karakterden ibaretdir iki kadın ve iki erkek.yağmurlu bir italyan gününü bunna rağmen otelde görülen iyi maumeleyı analtır aslında.Ernestin bugune kadar yazdığı en iyi romanı silahlara veda romandır.Savaşın ne kadar kötü olduğunu insalrın nasıl kolayca hayatlarını kaybetiyi anlatır.Silahlara veda ramonanın baş karakterileri Amerikalı ve İngiliz olsada olaylar yine İtalyada geçer.bellki yazarın italyayla alakadar kötü bir anısı var.
YanıtlaSil