19 Ağustos 2020 Çarşamba

Küçük Şeyler

KÜÇÜK BUZDOLABI

Yaşlı adam kendisi için aldığı ve buzdolabına koyduğu yiyecekleri ev ahalisinin bitirdiğinden yakınıyordu. Evin küçük odası ona aitti, hayatında bir değişiklik yaptı küçük bir buzdolabı satın aldı. Artık kimse yiyeceklerine dokunamıyordu. Bana bu hikâye anlatıldığı zaman yaşlı adamın küçük buzdolabının çalışma sesi eşliğinde huzurla uykuya dalışını hayal ettim. Çünkü daha önce onu hastane odasında tek başına yatarken ziyaret etmiştim. Buzdolabından bana su ikram edişi, peçeteyle buzdolabının içindeki su lekesini silişi gözümün önüne geldi. O sırada bir an gördüklerim: ilaç kutuları, meyve suları, rengarenk ambalajlarıyla bisküvi türü yiyecekler, hatta kolonya şişesi; her şeyi düzenli biçimde yerleştirmişti. Yani yeni bir buzdolabı almasının ona ait yiyeceklerin ev ahalisi tarafından tüketilmesi gerekçesi tam doğru değildi. Evinin odasını hastaneye çevirmişti. Ancak böyle iyileşeceğini sanıyordu.



KÜÇÜK HİLE

Et reyonunda bekliyoruz, tezgahtar adam sol başta eleman bir kızla konuşuyor, elleri bir şeyle meşgul. İşini bırakıp (ya da kızla konuşmasını bırakıp) bizimle ilgilenmesini bekliyoruz. Ve bekliyoruz. Adam tezgâhtan çıkıyor etrafımızdan dolanıyor ‘Buyrun’ diyor. Galiba ben tam ‘Bakar mısınız?’ dediğim sırada. ‘İki yüz elli gram kıyma’ diyorum. ‘Hangisinden?’ diye soruyor. ‘Az yağlı olsun.’ Tezgâhtarın kastettiği belki de kuzu mu dana mı olsun sorusu. Ç.’ye bakıyorum,  dolaptaki eti işaret ediyor. Adam kıymayı tartıyor, ‘Üç yüz on iki gram’ diyor. ‘Tamam’ diyorum. Bu tür gramaj fazlalıklarını onaylamanın sınıfsal bir anlamı var. Hep aynı tongaya düşüyorum. Kıyma her zamankinden daha kırmızı. Adam ‘Yağlı yağsız, keçi, koyun, inek peynirlerimizden ister misiniz efendim?’ diyor. Adamın hürmetinden biraz şaşkınım, sesi duyabileceğimden daha yüksek.

Migros’tan dışarı çıkıyoruz, Ç. anlatıyor: ‘Adamın kıymayı  ilk çekişinde kıymanın rengi bir tuhaftı, onunla göz göze gelince kıymayı kabından aldı tekrar çekti, sonra da bize şu bu peyniri ister misiniz diye şirinlik yaptı.’ Ç.’nin kıyma hilesini fark edişine karşılık adamın telafi hamlesi. Hileli eti bize verseydi kendine hiçbir maddi kazanç sağlamayacaktı. Ama müdürü nezdinde başı sıvazlanacak bir işçi olacaktı. Ama böyle bir hileyi yapabilmeye ehil olması daha fazla tatmin edici galiba. Şirinlik bir tarafta telâfi, bir tarafta ödül. Şirinlik her halükârda onun varoluşu. Adam Şafak Sezer’e benziyordu.



KÜÇÜK TEKRAR

‘Güzelliğin yanlışlanabilirliği.’ Aşk söndükten sonra herkesin başına geliyor. Ya da bir sanat eserinin ilk etkisini hatırlamanın o sanat eserinin varlığından bağımsız huşû hali. Hatırlamak sanki bu huşû halin muhafazası. Sonra yeniden o sanat eseriyle karşılaşınca insan hayal kırıklığına uğruyor ve o ilk etkiyi (içimizde kök salmış) ne yapacağını, nereye koyacağını bilemiyor. Stendhal’in Kırmızı ve Siyah’ını yeniden okurken başıma geldi bu. Bir korku filmini yıllar sonra ikinci kez izlerken artık korkmamak gibi.



KÜÇÜK AŞK

Yıllar önce oldu. Bahçe kapısının kapanış sesini duyunca pencereye gittim. Siyah ıslak saçlı kızı bir an profilden gördüm, yüzünün ciddiyeti çekti beni. Saçı boynunu kapatıyordu ancak. Açık alana geçti, sonra ağaçların arasına. Bir görünüp bir kayboldu. Dizlerinin üstüne gelen kırmızı bir etek giymişti ve beyaz bir atlet, yürüyüşü çok güzeldi. Bir yürüyüş nasıl tarif edilir ki? Sola kıvrılan yola saptı ve yitti. Ama geri dönecekti, herhalde burada bir yerde oturuyordu. Dikkatim başka şeylere mi kaydı yoksa onu bahçe kapısının sesiyle özdeşleştirdim de bir daha kapı mı açılıp kapanmadı bilmiyorum. Sonraki günlerde bahçenin demir kapısının her sesini duyduğumda pencereye koştum. Kızın arkadan gördüğüm yürüyüşü (hafıza yürüyüşün özgünlüğünü arkadan algılar) ve giydikleri o kadar bütünleşmişti ki zihnimde, bu kızı sonra cepheden görmüşsem bile tanıyamamışımdır.




KÜÇÜK ENTELEKTÜEL

TRT2’de Kelimeler ve Şeyler programında üç yazar... Aklımda sadece o sırada o konuştuğu ve altyazı geçtiği için Aykut Ertuğrul’un adı kaldı.  Programın adı Foucault’nun malûm kitabının adını taşıyor. Herman Melville’in Katip Bertleby romanı üzerine konuşuyorlardı. Belli ki hazırlıklı gelmişler, kitap hakkında daha önce yazılmış belli başlı eleştirileri okumuşlar. Harcıalem değerlendirmeler, Bartleby’nin ‘Yapmamayı tercih ediyorum’ sözünün pasif direnişin sloganı haline gelmesi falan. Bir şeyi unutuyorlar, bu kitabın anlatıcısı Kâtip Bartleby değil, onun patronu. Bir kâtip parçasının ‘Yapmamayı tercih ediyorum’ sözünün patron üzerindeki paralize edici etkisi. Yapmamak bir eylem olmadığı halde sözün söylenmesi bir eylem hüviyeti elde ediyor ve söyleyenin bunu hangi saikle yaptığını (yapmadığını) nedensizleştiriyor, kaale alınmayan sıradan birinin göz göre göre kendini sır olarak lanse eden bir iç dünyası oluşuyor… Patron çalışanının sıradan gibi görünen kişiliğini merak ediyor. 19. Yüzyılda yeni bir şey bu… İleride söylediklerime kulak verecek ve arada bıraktığım boşluklardan sıkılmayacak birine daha ayrıntılı anlatabilirim belki.

Kendime şaştım, programa katılan bu üç yazarın İslamcı olduklarını anlayamadım. Aslında buna öncelikle kendilerinin şaşması gerekiyor. Şaşırma duygusunu kaybedenden entelektüel olmaz.



KÜÇÜK SAPTAMALAR

Junichiro Tanizaki’nin Nazlı Kar’ı:

Yarı anaerkil bir toplum. Yarı dememin nedeni eniştelerin gelinin tabiiyetine geçmeleri; ama bunu soy olarak değil de ailenin sorumluluğunu üstlenme babında göstermeleri ilginç. Yine de anaerkil yanıltıcı bir sözcük. Enişteler erkek otoritelerini koruyorlar. Baldızların gelin gitmelerinde birinci derecede söz sahibiler.

Çöpçatanlık çok önemli bir kurum. Çöpçatanlar kadın. Bunu bir görev, bir iş olarak yapıyorlar; çiftleri birbirlerinden haberdar etmek, tanıştırmadan önce birbirlerine uygunluklarını belirlemek gibi bir uzmanlıkları var. Bundan maddi bir kazanç elde etmiyorlar. Muhtemelen çiftlerin aileleri nezdinde saygınlıkları artıyor. Nasıl? Biraz daha araştırmam gerekir. Belki de saygınlıktan çok mahremiyete sızmak gibi bir ayrıcalık onları çeken. Çöpçatanlık dolayısıyla bu bilgileri biriktirmek (emanet almak) asıl diğer aileler nezdinde onlara gizemli bir saygınlık veriyor olabilir. Çiftler ayrıca karşı aile hakkında kendi özel araştırmalarını da yapıyorlar. Bu araştırma karşısında defosu olmamak (ailenin herhangi bir ferdi dahil) herkesin titizlendiği bir husus. Mesela gelin-damat araştırmalarında okul devamsızlığı bile kayda değer bir veri. Bu diğerinin ıcığını cıcığını çıkarma halinin Japon toplumunun kendi kendini dizayn etmesinde çok önemli bir rolü olmalı.

Genç kızlar ablasından önce evlenemiyor. Hiç değilse romanın anlattığı 1936-41 arasına kadar böyle.

"Lehçe" acaba doğru bir çeviri mi? Tokyo “lehçe”sinin standart bir dil haline gelmesi. Acaba bu ne zaman başladı? Başka bir şehirden biriyle konuşurlarken adeta motor bir davranışla Tokyo “lehçe”si konuşan insanlar.

Japonların ben zamirini kullanmamaları, tam tersine Batılıların her cümlesinin başına “ben” eklemeden edememelerini küçümsüyorlar.

Batı’yı küçümsüyorlar ama Batı’ya gidip gelmek statü sayılıyor.

Kiraz çiçeklerini izlemenin başlı başına bir gezi konusu olması. İki duygu bir arada yaşanıyor böylelikle: Kiraz çiçeklerinin dökülüşünün verdiği hüzün, belki de çiçeklerin birden gümrah biçimde açmasının verdiği sevinçle ardışıksız birbirine karışıyor.

Kiguro dansı (üç yüz elli yıllık gelenek), erkeklerin zenne rolüne çıkmaları kadınların seyir halini yumuşatıyor. Bizdeki köçeklerle karşılaştırılabilir.

Ukai denilen karabatakla balık avlamak…



KÜÇÜK VAROLUŞ

Tiktok videolarında influencer (etkileyen) denilen kişilere hediye gönderilmesi. Hediye “para” anlamına geliyor ve hediye gönderen izlediği ‘influencer’in sayfasında görünüyor. Bu aslında görünmenin satın alınması. Bir de izleyen fanı olduğu kişiye skor kazandırıyor. İzlenme gücünden izleyen de nasipleniyor.



KÜÇÜK SIR

Kızımın anlatımından: kendi yaşıtları birçok youtuber izliyor ama bunu herkes birbirinden gizliyor. Dolayısıyla en çok vakit harcadıkları şeyi aralarında konu edinemiyorlar. Bir youtuber izleyen onun izini telefonundan hemen siliyor. Es kaza arkadaşına telefonunu verdiğinde ne izlediği belli olmasın diye. Hepsi sıradan olmaktan korkuyor. Bu yüzden küçük bir yaş farkını kuşak çatışmasına dönüştürmüşler.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder