25 Ağustos 2021 Çarşamba

İki Olay

 



BİRİNCİ OLAY

 

Dönerciden içeri girince gözüm kararıyor, ortalarda bir masaya oturuyoruz. Güneş başıma geçti diyorum.  Ç. parmağıyla işaret ediyor, siyah tişörtümün koltuk altlarında tuz lekeleri… gülüyorum. Kendi derbederliğime gülüyorum. Ç. tuz lekesinin dünden kalma olduğunu söylüyor. Islak bezle silince geçmişti diyorum,  işleme gibi durmuyorlar mı bak ne güzel kavis yapmış. Ç. yüzünü çeviriyor. Sitem ettiği apaçık ortada. Aldırmıyorum. Yorgunluğun güzel tarafı bu.


Yorgunluğun diğer güzel tarafı gözlemlerken hiç olmak.

 

Sarı bandanalı, zayıf, yaşlıca bir kadın kapıyı aralıyor tezgâhtaki adamla konuşuyor: “Dışarıdan soruyorlar da, çeyrek ekmeğe döner ne kadar?” Kadın bunu söylerken yola da bakıyor. Güya dışarıdan birileri orada cevap bekliyor.  Adam çeyrek ekmekle döner satmıyoruz, dürüm on dört lira diyor. Peki tombik ekmekle döner ne kadar diye soruyor kadın. Tombik ekmek bir döner cinsinin adı mı yoksa kadının o anda yakıştırdığı bir ad mı bilmiyorum. Adam on beş diyor. Kadın kapıyı kapatıyor, bir süre dükkânın önünde oyalanıyor ve gözden kayboluyor. Bir dakika dolmadan tekrar içeri giriyor, sütundaki dezenfektanı eline sıkıyor, bana tombik ekmekle döner verin diyor. Cüzdanını çıkarıyor (Ç. daha sonra bir on bir de yirmi lirası vardı dedi). Yirmi lirayı uzatıyor, paranın üzerini alınca ben dışarıda oturacağım diyor. Kapının sağındaki masaya oturuyor, ince uzun bir sigara yakıyor. Sigarayı tutuşu, dumanı üfleyişi, etrafa bakışı… bundan sonrasını en iyisi maddeler halinde anlatayım:

1.      Kadın döner almaya parasının yetişmeyeceğini sanarak utanıyor. Bu yüzden kendi isteğini dışarıdan birilerinin sorusuna aracılık ediyormuşçasına dolayımlıyor. İkinci kez gelişiyle bağ kurduğumda anlıyorum ki, sahte bir başkasını uydurması stratejisinin küçük bir parçası, asıl döner fiyatlarını öğrenmek istiyor ve sorusuna fiyatı en düşük olabilecek çeyrek ekmekten başlıyor. Çeyrek ekmek yok ama dürümle tombik ekmek arasında sadece 1 lira fark var. Aldığı bilgi utancını ortadan kaldırıyor.

2.      Kadının arızası yine de bu utancı değil. Parasızlığıyla ilgili yaşadığı bu utanca karşı uydurduğu  mizanseninin anlaşılmayacağına dair inancı daha baskın.

3.      Uydurduğu mizansenin kendini gizleme gibi bir işlevi olsa da kadının farkında olmadığı şey döneri alıp almamakta yaşadığı kararsızlığı aşmak için bir başkasının arzusunu ruh ikizi biçiminde yaratması (nihayetinde para harcayacaktır, utancını yenmek için değil sadece, kıt kanaat olan parasını harcayacak cesareti için de yaratıcılık gerekmektedir). Ruh ikizi dürüm ekmekten tombik ekmeğe geçişi müzakere ettiği kişi aslında.

4.      Yoksulluk bir utanç, yoksulluğun belli olması daha da bir utanç. Yoksulluğun belli olmaması için üstlenen rollerin doğurduğu masraf daha da yoksullaştırıcı.

5.      Kadın tombik ekmek arası dönerini beklerken, ince uzun sigarasını yakıyor; sarı bandanası, gri kapri pantolonu ve yere bıraktığı iki üç parça sebze meyve poşetiyle özgüvenini sergiliyor. Onun gerçek ekonomik durumunu anlayan bir dönerciye karşı onu orta sınıftan biri sanacak gelip geçen onlarca kişi. Bu matematiksel hesabın, cüzdanındaki parayı hesap etmesiyle aynı kapıya çıkması ilginç.  

 

 

İKİNCİ OLAY


A 101’de su ve maden suyu indirimdeydi, market arabasını tıka basa doldurduk. Ç. kasadaki kıza market arabasını eve kadar götürüp götüremeyeceğimizi sordu, kimliğimizi bıraksak olur muydu? Kasadaki kız tamam dedi. Suların ve maden suların barkodunu tek tek okutmaktansa birer numune ışınladı ve adetleriyle çarptı. Paranın üstünü geri verdi, yalnız altmış kuruşum çıkışmadı arabayı getirince alırsınız dedi. Tıngır mıngır gittik, tabi arabayı ben sürdüm. Ç. sürseydi kızım gibi görünürdü. Yolda içimden bir hesap yaptım, galiba kız parayı eksik almıştı. Ç. seslisini söyledi, kız bizden parayı eksik aldı dedi. Siktiret dedim, şans bize de gülsün. Eve varınca anladık ki, kız gerçekten de 36 şişe maden suyunu saymamıştı. 24’lük paketleri 6’lık küçük paket diye hesaplamıştı. Oysa ne varsa göstermiştik. Tekrar şans dedik ve kendimizle gurur duyduk. Ama bu sahte gurur fazla sürmedi, yaptığı yanlışlığın bedelini kızın ödeyeceğini düşündük. Nihayetinde kasanın verdiği açık çalışanların maaşından tahsil edilirdi. Ya da müşteriden... mesela indirim kısa sürerdi. Yaklaşık otuz beş lira tutuyordu, parayı ödemeye karar verdik. Markete geri gittiğimizde kız kasada yoktu. Diğer kasadaki kızdan altmış kuruşumuzu geri aldık. Kız hiç tereddütsüz iki 25 ve bir 10’luktan oluşan bozukluğu uzattı. Demek diğer kız kasadan ayrılmadan arkadaşına durumu anlatmıştı. Bizzat kızı görmek istiyorduk, parayı ödemeden eve döndük. Ertesi gün sabah markete yalnız gittim. Kız markette yoktu. Geri kalanı maddeler halinde anlatayım:

1.      Ç. ile markete geri döndüğümüzde parayı ödemeyişimizin sebebi kızın yokluğuydu tabi ama ilk akla gelen sebebin tali kaldığını söylemeliyim. İlk akla gelen sebep: dürüstlüğümüzü direkt muhatabına göstermekti… ama asıl sebep  dürüstlüğümüzü göstererek ona yakın olmaktı… bizi görünce tanıması, müteşekkir biçimde gülümsemesi. Öte yandan asıl amacın kendini gizlemesi pek dürüstçe değil.

2.      Dürüstlük diğerinin zararını telafi etmeyle sınırlı olsa iyi. Şahsen bende kendini yenileme sürecinin devamı. Ben bir toplum düşmanıyım ve dürüstlüğüm topluma yönelttiğim bir ceza. Agresif bir tarafı var.

3.      Ertesi gün kızı göremeyince marketin müdürü diyebileceğim bir adama fişi gösterdim ve şu kasadaki kızın yanlışlıkla parayı eksik aldığını fark ettiğimi ve otuz beş küsür lirayı ödeyeceğimi söyledim. Adam kızın işe yeni girdiğini, acemi olduğunu söyledi, kusura bakmayın dedi. Kusura bakmayın sözü benim için uygun değil dedim. Doğrusu siz kızın kusuruna bakmayın diye durumu size ilettim dedim. Adam biz günde otuz bin lira ciro yapıyoruz, hangi malda ne kadar açık vermişiz anlayamayız dedi. Allah sizden razı olsun diye de ilave etti… Son iki cümlesiyle marketin müdürü olmaktan sahibi olmaya terfi etti.

4.       Güya dürüstlüğümle kıza yardımcı olmak istemiştim. Düpedüz kötülük etmiştim. Kasa açık verirse artık kızdan bileceklerdi. Nasıl olsa acemiydi, bunu daha önce yapmıştı.

5.      Dürüstlüğüm benim kontrolümden çıkıyordu.

 

 

“(…) arkadaşı piyanoya gitti ve ayın suyun üzerine vuran parıltılarının titreşimlerine benzer biçimde başlayan Casta Diva aryasını söylemeye başladı." (Willa Cather, Amansız Düşmanım)

 




2 yorum:

  1. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Seinfeld’de yaşanır ancak, bir de bizim gibilerin günlük hayatında. Bu tip durumların sonunda işi iyice karıştırıp suçlu durumuna düştüğüm dâhi oldu ve hakikaten çözebilmiş değilim.. Fakat belirteyim; iç süreçleri tahliliniz çok başarılı. İnsan herşeyi, dürüatlüğü bile bir ödül almak cezadan kaçmak için yapıyor…

    YanıtlaSil
  2. Yorumunuzu şimdi fark ettim, hem teşekkür hem de özür. Son cümleniz düşündürdü beni, tabi “dürüatlük” sözcüğünün "dürüstlük" olduğunu anladıktan sonra başladı düşünmem :) Galiba ancak zayıf olana karşı gösterdiğimiz dürüstlüğün genel geçer bir kullanımı var. Güçlü olana karşı söylediğiniz ödül veya cezadan kaçma ikilemine düşmemek için dürüstlüğün cesaretle birleşmesi gerekiyor.

    YanıtlaSil