Yirmi beş yaşlarında yeşil montlu kız insanlara fısfıslı kolonya sıkıyor.
Marmaray’da ayaktayım, sırtımı kapının kenarındaki tutunma kirişine dayamışım
kızın ta arka vagondan gelişini takip ediyorum. Bazıları şaşırıyor, sonunda
elini açan açana; bir dilenci elini uzatır, burada tersi kolonya ikramı
elinizin alacağı biçimi belirliyor… ayaktakiler, oturanlar; tek tük reddedenler
de oldu, olsun kız hiç sektirmiyor, ‘S’ çizerek ahenkle ilerliyor… fısfısın
püskürttüğü zerreciklerin havada asılı kalan buğusu...
Kız yanıma geldi, gülümsemem hazırdı, dikkatlice yüzüne baktım, yeşil
gözlerine, şefkatli yayvan ağzına. Teşekkür ettim ama sesli değil dudak
hareketiyle, karşılıklı gülümsememiz birazcık daha uzadı sanki. Ve birkaç
saniye sonra arkasından baktım, sırt çantası da yeşildi. Koronayı mı
hatırlatıyor yoksa koronayı yolcu mu ediyor? Bence ikisi de değil, içinden
gelmiş hayata selam çakıyor.
Nemli elimi burnuma götürüyorum, limon kolonyası kokuyor. O evrensel koku.
Eğer evrensel ahlâkın bir kokusu olsaydı bu limon kolonyası kokusu olurdu…
Artık başımdan olaylar toplu taşım araçlarında geçiyor. Orada herkesin bir
hikâyesi var, görüyorum. Yeni bellek mekânım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder