Yer Görele Hasan Ali Yücel İlkokulu, yaş
yedi, bilemedin sekiz. Üçüncü veya dördüncü sınıftayım, sınıftakilerin en
küçüğüyüm ama kalıbım onlara denk, yaşımı kimseye söylemiyorum. Babam sınıf
birincisi kim diye soruyor ikide bir, ben de hâkimin oğlu diyorum. Hâkimin oğlu
sınıfımıza yeni geldi, herhalde babası kasabaya tayin olunca. Öğretmenin ilgisi
de hemen ona kaydı, en çok sözü o alıyor, en çok sesli okumayı o yapıyor, en çok
tahtaya o kalkıyor, en çok aferin ona gidiyor. Sınıf birinciliğinden anladığım
bu.
Benim de babama bir sorum var, baba
diyorum kasabada en güçlü kişi kim? Kaymakam mı hâkim mi? Babam hükümet
konağında memur. O kadarına aklım eriyor, babamın kasabanın en güçlü kişisi
olmadığı kesin. Şimdi düşününce bu soruyu babamdan rövanşı alma arzusuyla
sorduğumu varsayabilirim. Babamın bir an kafası karışıyor, ama cevabını
veriyor, kaymakam diyor. Babalar eninde sonunda makul bir cevap verir. Hâkim
değil mi diyorum. Babamın yine kafası karışıyor, ikisi de birbirine eşit diyor,
kaymakam herkese karışır bir tek hâkime karışamaz. Babama bravo, Montesquieu’yu
okumadı ama pratik yaşamdan güçler ayrılığını biliyordu. Ben yine de kaymakamı
üstün görüyordum, hükümet konağında en iyi oda onundu, iki katlı binada hâkim
alt kattaydı kaymakam üst katta. Benim üstünlükten anladığım buydu. Hem
oğlundan dolayı hâkimin kasabanın en güçlü kişisi olması işime gelmiyordu.
Bir gün hâkimin oğluyla öğretmen kavgaya
tutuştular. Hâkimin oğlu nasıl olduysa sıranın üzerine çıkmıştı, öğretmen ona adıyla hitap
ederek in aşağı diyordu, hâkimin oğlu öğretmene sen sınıftan defol diyordu,
senden nefret ediyorum! Biz öğrenciler şaşkınlıkla izliyorduk, sınıfta sadece
ikisinin sesi; öğretmenin alttan alan, hâkimin oğlunun bağıran sesi. Kavga
nasıl sonlandı şimdi hatırlamıyorum. Ertesi gün ve daha ertesi gün hâkimin oğlu
sınıfa gelmedi. Aradan kaç gün geçti? Bir sabah öğretmen bize hâkimin oğlunun
hasta olduğunu ve sınıf olarak onu ziyaret edeceğimizi söyledi. Sınıf
kalabalık, öğretmen gidecekleri seçti. Neye göre seçti? Kafasındaki protokole
uygun olanları elbette. Seçilenler arasında ben de vardım. Birtakım yokuşlar
çıktık, hâkimin karısı bizi kapıda karşıladı. Hâkimin oğlu küçük bir odada
yatıyordu, bizi görünce neşelendi. Ayakta kalmadık, oturduk, herkes kendine
sıkış tıkış bir yer buldu. Hâkimin karısı bize çay ikram etti. En net
hatırladığım şey çay bardağı ve bardak altlığıydı. Hiç bizim evde
kullandıklarımıza benzemiyordu, çayın tadı bile başkaydı. Çayın yanında
kurabiyeler enfesti. Bir de duvarın rengi, soluk deniz yeşili.
Okula dönüşte bizimle gidemeyen çocuklar
etrafımızı sardı, sanıyorum onlara yediklerimizi içtiklerimizi ballandıra
ballandıra anlattık. Ben de anlattım mı? Sorusu bile berbat, kendimden
utanmalıyım. Ama henüz adalet kavramını bilmesem de o zamandan beri içimde bir
şeyin nasıl yıkıldığını hatırlıyorum. Önce öğretmen kavramının yerinde büyük
bir boşluk oluştu. Bunun tek olumlu tarafı şu: dokunulmaz dediğim mutlak
otorite hiç de ahım şahım değilmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder