Sabah evden çıkacakken fark ettim ayakkabımın sağ teki iki yerinden delik.
Tamire değecek kadar büyük sayılmaz gerçi, yakından bakmadıkça da anlaşılmıyor.
Çocukken ayakkabım bir yerden faça verince ayakkabıma özeni kaybederdim. Yürümem değişirdi. Çabucak eskisin de yenisi alınsın diye mi? Hayır, yeni ayakkabı sinyalini veren eskimesi değil ayakkabı numaramızın büyümesiydi, istihkakımız senede bir çiftti. Nankörlük yapmayayım, ayakkabımın eskimeye yüz tutmasının rahatlatıcı bir etkisi de vardı, daha özgür olurdum, yürüyüşüm eski doğal haline kavuşurdu. Bir aşamadan sonra illaki ayakkabı tamircisine giderdik. Yama, yapıştırma, pençe atma falan… Sadakat gösterdiğimiz bir berber gibi bir ayakkabı tamircisi de vardı muhakkak. (Müdavimi olduğumuz bu tür dükkanları babamız seçerdi. Bunun pedagojik yönünden sonra söz ederim.) O kuytu loşluğu hatırlıyorum, yapıştırıcının o antiseptik kokusunu. Ama şimdi delik yerini sadece benim bilmem bile ayakkabımı hor görmeme yetiyor. Severek giyiyordum onları, artık onlarla sevgi bağımı bugünden itibaren yitiriyorum.
Marmaray’a doğru yürürken gözüm arada
sağ ayakkabıma kayıyor, delikler belli. Ama nerede bulunduklarını bilmemle ilgisi
var bunun. Yoksa kimse göremez. Yakından bakmak… bir kadının
içbükey aynada ister istemez yüzünün defosunu görmesi… sonra da bu defosunu
imge olarak taşıması gibi.
Yine en arka vagondayım, sırtımı vatman
kapısına yaslıyorum. Çok önceden beri bir gözlemim var, insanların pahalı marka
ayakkabı giymeleri bir dönemden sonra yaygınlaştı... ve ayakkabıların
sağlamlığı. Bugün bu gözlemime bir yenisini daha ekledim, çeşit çeşit,
rengarenk ayakkabılar hiçbiri diğerinin aynısı değil. Trenin uzun koridoruna
doğru ayaklara bakıyorum, her bir çift farklı. Birbirinin aynısı iki çift
ayakkabı bulsam tesadüfmüş gibi gelecekken bulamamam tesadüfmüş gibi geliyor.
Ayakkabılarda kendiminkiler gibi küçük
defolar arıyorum. Uzakta olanları göremiyorum elbette ama içimdeki saha
araştırmacısı hiç yapmadığım bir şey yaptırtıyor bana, arka vagondan ön vagona
doğru yavaş yavaş yürüyorum, ister inanın ister inanmayın ayakkabıların hepsi
sağlam ve hepsi birbirinden farklı! Öyle ya da böyle aynı kafada olan bu
insanların ayakkabıları neden farklı?
Önce neden Marmaray? Marmaray’ın
ayakkabıyla ilgisi ne?
Marmaray’da koltukların karşı karşıya
olması bir ayakkabı teşhirciliği furyasını başlatmış gibi geliyor bana.
Marmaray ve metro şehir içinde hem yolcu
taşıma kapasitesi hem de yolcu güvenliğini hesap ederek (hesap ederek
dememeliyim, ayrıca hesap etme zahmetine girmeden Batı’dan olduğu gibi alarak)
yan yana ve karşı karşıya koltuk düzenini getirdi.
Birbirini tanımayan insanların karşı
karşıya oturmaları! Zavallı insanlar. Gözlerini kaçıracakları yer de yok.
Tavana asılı monitörler ilk kez yeni bir şey izliyormuş gibi bir bakma süresi
tanıyor. Başka? Ortalama iki dakikada bir durak adlarını bildiren anons işitsel
olduğu halde görsel bir etki yapıyor, gözün sanki sesin kaynağını arıyormuş
gibi sağa sola seğirmesi… Bir de büyük Türk düşünürü gibi aşırı konsantre
biçimde sabit bir nokta bulup oradan gözünü ayırmayanlar, ne mutlu onlara. Asıl
çare cep telefonları. Yüzlerini cep telefonlarına eğenlerin varlığı diğer
birkaç boşta kalmış insana bakış ferahlığı veriyor. Bir de kitap okuyanlar.
Çoğu sahte okuyucu. Ama insan insana bakar. Bakış terbiyesi gereği en
savunmasız yerine bakar, ayaklarına. Düşman ayağa bakar sözünün kentte
geçerliliği yok. Dost veya düşman değil burada geçerli olan, nötr bakış. Ama
bize bir izlenim veren nötr bakış. Ayakkabılara bakmak. Geçim sıkıntısının,
sevgilinin, ne olacak bu memleketin hali sorusunun eğretilemesi olarak
ayakkabılara bakmak. Bakış ekonomiktir, arz ve talep doğurur.
Ulaşım çeşitliliği ve evle işyerinin
uzaklığı birbirine paralel giden şeylerdir. İnsanın şehrin birçok yerinde
yabancı olmasını sağlayan şeyler. Tanıdık bir grubun işaret ettiği yabancı
değil, birbirine yabancı. Yani yabancılığın tanıdığı eşitlikle yabancı olma
imkânı. Diğerinin yabancı olmasından çok kendisinin yabancı olma bilinci. Bu
yabancı olma hali mümkün olduğunca diğerleriyle benzeşmek için yontulmuştur:
Vasat yabancı. Ayakkabılarda yabancı! (Bu konuyu uzatma eğilimimi saklı
tutuyorum.)
Osmanbey’den dönerken lastik tabanı
çıkmış birini gördüm, oturduğu yerden ayaklarını çaprazlama uzatmıştı. Göstere
göstere uzatmıştı. Bu benim bütün gün boyunca gördüğüm tek defolu ayakkabıydı.
Yüzüne baktım, saçları üç numara, kendi kendine gülüyordu, deliydi galiba.
Eminim ayakları sağlamdı.
İnsan gerçekte vücudun bir uzvuna
bakmaz, o uzvun bir giysiyle gösterilişine bakar. (Çıplakken bile böyledir,
insan çıplaklığın temas ettiği dekorasyonla çıplaktır. Bu yüzden herhangi bir
hayvana baktığımızda aklımıza çıplaklık gelmez.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder