15 Nisan 2023 Cumartesi

'SAYIN...'


 


 

 

Fransa’da kurtuluş kutlamalarında Cumhurbaşkanı E. Macron kendisine “Ne haber Manu?” diye hitap eden gence “Bana Sayın Cumhurbaşkanı diye hitap edeceksin.” demiş. Türkiye’de ise sözcük direkt muhatabının dışında dolayımla korunabiliyor. Bir sokak röportajında izlemiştim, konuşmacı “Erdoğan” deyince dışarıdan biri “Terbiyesizlik yapma, Sayın Cumhurbaşkanım diyeceksin,” diye araya girdi. Bir tür isim bekçisi olarak.

 

Özel isim çağrıdır. Hepimiz çağrılırız. Öte yandan hepimiz hakkında konuşulan kişileriz. Özel isim bizi imler. Şöhretli insanlarla sıradan insanların birbirini tanıması eşit olmadığı için özel isim birinde aleniyetin diğerinde sen kimsin sorusunun karşılığıdır. Şöhretli kişilere isimleri onu tanıyanlar tarafından verilir.  Tekrar, bir tür armağandır.

 

Popüler kişilerle şöhretli kişiler arasında bir ayrım yapmak gerekir. Özel ismin iki değişik kullanımı beni buna zorluyor.

 

Tarkan’ın soyadını çoğu insan bilmez, Tarkan deyince herkes tanır. Onun özel ismi sanki bir dönem başlayan akımla özel ismi de temsil eden marka isim olmuştur. Solo şarkıcıya uygun solo isim, ya da solo isimlerden oluşmuş grup; Mazhar Fuat Özkan gibi. Tekli isim aklımızda senli benlilik çağrıştırıyor ama tanıma tanınma ilişkilerinden ötürü hitap eşit gelişmiyor. Özel ismin bir tanınma tarafı var bir de hitap tarafı.

 

  Diyelim bir hayranıyla Tarkan  ayaküstü  konuşuyor:

 

Hayran: Tişörtümü imzalayabilir misiniz? Bakın kalemim de yanımda.

Tarkan: İsminiz ne?

Hayran: Muazzez.

 

Tarkan tişörtün omuz kısmına Muazzez’e sevgilerimle yazar ve imzalar. Burada popüler tanıma-tanınma ilişkisinin eşitsiz halini görüyoruz. Yüz yüze karşılaşmada popüler olan diğerinin ismini yeni öğreniyor, diğeri popüler olanın ismini zaten bildiği için ona ismi yerine ‘Siz’ diyor.‘Tarkan’ dese kaba olacak. Senlibenlilikte birine izin var diğerine yok. Özel ismin ancak söylenmemesiyle özel olduğu garip bir durum. Daha garibi Muazzez tişörtünü göstererek ancak arkadaşları arasında ‘Tarkan’ diyebilirken Tarkan Muazzez’i unutacak.

 

Futbolcular ta baştan beri tek isimlidir. Onlarda şöhret ve popülarite ayırt edilemez. Tanju, Rıdvan, Lefter vb. Neden? Soruyu soruyor ve bırakıyorum.

 

Anaokulun ya da ilkokulun birinci gününü hatırlayalım, tanışma faslı gözümüzün önüne gelsin. Öğretmen ismini soy ismini söyler, sonra öğrenciler tek tek isimlerini soy isimlerini söylerler. Bazı uygulamalarda öğrencilerin isimleri öğretmen aklında tutabilsin diye  yaka kartlarına yazılıdır. Öğretmen kendiliğinden bir tasarrufa gider, soy isimleri kırpar öğrencilere hitap ederken sadece isimlerini kullanır (Batı’da kırpma işlemi isimler üzerinden yapılır, bu da ayrı bir yazı konusu); aynı isimde olanları belki soy isimleriyle beraber. Öğretmen ise özel isminden sıyrılır ‘Öğretmenim’ olur. Özel ismin sıradanlaştığı genel ismin ise yüceltildiği bu durumu nasıl açıklayacağız? Ters bir durum gibi görünüyor. Bir çözüm buldum galiba. Anne, baba da genel isim ama çocuk sadece bir kişiye anne veya baba diyerek (başka kişilere anne baba dendiğinde sözcük otomatikman lâkap haline geliyor, Süleyman Demirel’e ‘Baba’ denmesinde olduğu gibi) genel ismi özelleştirir. ‘Öğretmenim’ sözcüğünde im sahiplenme eki kelimenin gerçek anlamıyla kısmen böyle bir özelleştirme halidir. Dil bu tuhaf kullanımlarıyla bize nezaket dersi de vermiş olur.

 

Politikacılarda şöhret ismi ve popüler ismi bir arada görüyoruz. Şöhret ismi Recep Tayyip Erdoğan, popüler ismi Reis; şöhret ismi Kemal Kılıçdaroğlu, popüler ismi Bay Kemal vb. (Şöhretli olup da popüler ismi olmayan politikacıların yapıntı ciddiyetleri sorgulanabilir.)

 

Politikacılarda ve yüksek bürokratlarda özel isimleri bütün haliyle söylenir. Ne isim tek başına ne de soy isim tek başına. Öyle ki özel isim bir terkip haline geldiği için tek tek ismi yutar ve tanınmaz hale getirir. Recep Tayyip Erdoğan bir türlü ‘Recep’ olamaz. Düşünsenize ‘Recep’ sadece ‘Recep.’ Böyle yalın haliyle söylerseniz küçümseme kastı oluşuyor. Bir başka garip durum değil mi: İnsanın kendi özel ismiyle küçümsemeye maruz kalması?.. Neyse savcıları uyandırmayalım yeni bir hakaret davamız olmasın. Ama Derrida’nın kulaklarını çınlat, onun özel isim hakkında yazdıklarını hatırla; o zaman soralım küçümsenmeye tepki mi eşitlenmeye yasak mı?

 

Amaç her türlü senlibenlilik eğilimini bertaraf etmek. Özel ismin kurucu olduğu informal mesafeyi (soğukluğu da diyebilirim) inşa etmek. Bu yüzden özel isme takviye geliyor: ‘Sayın.’

 

İlk Atatürk kullanmış. 1 Kasım 1934’te Meclis’i açarken milletvekillerine “Sayın TBMM üyeleri” diye seslenmiş. Ama “Sayın” hitabını yaygınlaştıran B. Ecevit.

 

Sözcüğün etimolojisine hiç girmeyeyim. Bu konuda naçizane kendi görüşüm olsa da şimdilik bende kalsın .

 

Bir sözcük yaygın olarak kullanılmaya başlanmışsa orada sözcüğün önceki anlamından kopan bir değişim de başlamış demektir.

 

Önce taklit. Taklit zamanlamayla ilgilidir ve içinde hep bir geç kalmışlık taşır. Şunu da söyleyeyim, taklit edilen ilgili davranışını sonradan terk etse bile taklit sahibi taklit davranışını sürdürerek de geç kalır.

 

Batı’nın soyluluk unvanları ya da cinsiyetçi bay bayan sıfatlarının ikamesi olarak ‘Sayın.’

 

Sayın sözcüğü sıfat olarak kullanılıyor. Ama özel isimden özerk bir kullanımı yok. Sıfat, önünde nitelediği ismi kaldırırsanız otomatikman isim olur. Mesela uzun adam yerine sadece uzun derken. Aynı işlevi‘Sayın’dan da beklerdik ama olmuyor.  Bu anlamda edata benziyor. Özel isimle bir terkip haline gelmesi ilginç. Nüfuzlu kişilerde özel ismin vazgeçilmez ekipmanı. Tıpkı özel isim gibi ilk harfi büyük yazılıyor. Yazım kurallarına girdiği için kurumsal bir söylenişi var. O zaman sözcüğün bürokrasiden kaynaklı kendi bürokrasisini yarattığını söyleyebiliriz.

 

Batı taklitçisi gibi görünmek istemeyen İslamcılar özünde yine taklit olan başka bir sözcük seçiyorlar: ‘Muhterem.’ Taklidin nazire üzerinden yapıldığı bir başka gariplik. Muhterem Erbakan Hocamız yerine Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. O kadar tedrici ve sinsi olarak gerçekleşiyor ki bu değişim, değişim olduğunu bile fark etmiyoruz. Çünkü devleti yönetmeye başlayan muhteremler devletin dili olan ‘Sayın’ı hemen benimseyiveriyorlar.

 

Artık televizyonlarda bol bol ‘Sayın’ duyuyoruz. Konuşmacı Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor, ardından Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan diye düzeltiyor. Bunu bir hata düzeltmesi olarak düşünürsek yanılırız. Kasten ‘Sayın’ı ikinciye saklayarak sözcüğü bir vurgu haline getiriyor. Facebook’tan arkadaşım Nilgün Aras bunun özellikle eleştirilerde yapıldığına dikkatimi çekti. Diğerinin şerrinden korunma bariyeri olarak ‘Sayın.’

 

‘Sayın’ın demokratize eden bir tarafı da var. Birincisi sizin ‘Sayın’ olmanız benim söylememe bağlı, ikincisi sizden çok daha düşük profilli birilerine de ‘Sayın’ diyebiliyorum. Kavramın bu vasatlığı kendi gülünçlüğünü de hapsediyor içine. Bence kavrama anlamını veren bunu söylemek zorunda kalma durumu. İroni de tam burada zaten, söylemek zorunda olmanın nezaket gibi görünmesi…

 

Yukarıdaki fotoğrafta Erdoğan’ın sağında 10 kişi (arkada sırtı dönük kişiyi saymazsak) solunda 9 kişi var. Erdoğan aritmetik olarak ortada değil ama geometrik olarak tam ortada. Bir de ellere bakın. Kendilerine verilen biblo formunda ödülü tutan eller aynı zamanda itaat formunda.  Yalnız, kadının yanındaki kişi işi bozuyor, o kişi aritmetik fazlalık olabilir. Bence 'sayı'nın 'Sayın'la ilişkisini bu fotoğraf çok iyi anlatıyor.

 

 


 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder