Bir utanma versiyonu.
Başlık bu duygunun hem adı, hem tanımı.
Ad, kendini tanımlayarak uzatmış. Bu yüzden tanım gibi görünen ad bizi yanlış
da yönlendiriyor. Sanki başkası hissetmediği utancın vekaletini bize devretmiş
gibi.
‘Biz’li konuşacağım. Yani başkası adına
utananın öznesi olan “biz”.
Şimdiye kadar bu özel utancı ifade
edecek tek sözcük olmalıydı. Almanların var: Fremdscham; o da bileşik sözcük:
Fremd-scham (yabancı-utancı). Ama meşhur Duden sözlüğüne ancak 2009 yılında
girebilmiş. Neden bu kadar gecikti? İlk sorumuz bu olsun. Ama hemen cevabını
aramayalım, biraz beklesin.
Başlangıç için elimde daha baba bir soru
var: başkasının utanç verici eyleminden biz sorumlu olmadığımız halde neden
onun utancını üstlenmek gibi bir kötü hissin içine düşüyoruz? Bu hiç mantıklı
değil. Hadi dayanışma olsa anlaşılabilir. Diğerinin acısına merhamet duymak
gibi. Hemen bir not: merhamet eyleme geçmese de nihayetinde bir acı çekme
biçimi olduğu için diğerinin acısıyla özdeşlik kurarak kendi eylemsizliği
karşısında bir avuntu yerine de geçer (ya da kuru kuruya merhametin eylem
yanılsaması diyelim). Utanç böyle bir
fedakârlık hissinden hareket etmez. Utanç paylaşılan bir duygu değil. Ama
kolektif bir duygu olabilir. Karıştırmayalım. Peki utanç derken emin miyim?
Evet eminim, bu benim duygum: utanıyorum. Kendi yaptığım eylemden ötürü değil
onun yaptığı eylemden dolayı utanıyorum; onun utanıp utanmaması bir ölçü
olmadan. Bana utanç veren sadece onun içinde bulunduğu nahoş durum, ama onun
amacı beni utandırmak değilken. Adeta utanmaya gönüllüyüm. Nasıl oluyor bu?
Utancın mazohist bir duygu olmadığını biliyoruz… Burada durup biraz
soluklanalım. Anlattığımı kısaca formüle edeyim şimdi. Durum şu: Karşımda biri
var, kötü bir şey yapıyor (farkında veya değil), o utanmıyor, onun yerine ben
utanıyorum. İnsanın durduk yere başını belaya sokması gibi. Yani utanç vekil
bir duygu değil burada, bizzat ben utanıyorum. Adlandırmada sözcüklerin kendi
çağrışımlarıyla bütünsel anlam hakikatini birbirinden ayırt etmek gerekir. Adlandırmanın
bu kurucu “yanlış” eğilimi sadece bize has değil. İngilizcede buna ‘secondhand
embarrassment,’ ikinci el utanç diyorlar. Yani kavram başkasının utancının bir
yansıması, bir türevi gibi anlaşılıyor. Oysa kaynak başkası olsa da kişinin
kendisinde oluşan özel bir utançtan söz ediyoruz, diğerinin olası utancından bağımsız.
Tabi bir Alman’ın, bir İngiliz’in ve bizim başkası adına utancımız arasında
bazı nüanslar var.
Bir Alman’ın ‘Fremdscham’ını anlatan
şöyle bir örnek: “Tatilde kötü davranan diğer Alman turistlerle karşılaşmaktan
daha utanç verici bir durum yoktur. Ama başkalarının davranışlarını
umursamayız(…) Yurtdışında son şezlong için kavga eden başka Almanlarla
karşılaşsak bu çok utanç verici olur; sonuçta bu ‘ilkellerle’ aynı kefeye konma
riskiyle karşı karşıya kalırız.” (Stern, 30 Juli, 2015)
Bir İngiliz’in ‘secondhand
embarrassment’ını anlatan bir örnek: Modern bir İngiliz azgelişmiş bir ülkeyi
ziyaretinde İngilizce bilen yerlinin engin tarih bilgisini göstermek için artık
geçmişte kalmış İngiltere İmparatorluğu’na övgüler düzmesi karşısında
utanır. (Bu örneği ChatGBT’den aldım.)
Peki bir Türk’ün başkası adına utancı
nasıldır?
Buraya geçmeden önce “başkası” kavramını
biraz deşelemek istiyorum. Başkası adına utanma derken buradaki “başkası” kim?
Onun adına utandığımıza göre o bilmediğimiz başkası değil. Çünkü utancı onun
adına duyuyoruz. Kendimizi duygu aracılığıyla onun temsilcisi sayıyoruz.
Bunun tersi de doğru: o sanki bizim temsilcimiz olduğu için nahoş eyleminden
utanç duyuyoruz. Temsil ne burada? Aslında kısmen temsil, aramızda mesafe var.
Burada gerçek başkası, bizi utandıran yargı, hegemonik ayıplama normu. Freuden
dille söylersek bizim de üstbenimiz olan yapı. Peki biz neden ayıplayan norm
yerine “mağdur”la özdeşleşiyoruz? Bu sorunun rafine bir cevabı yok. Çünkü
rafine bir “tek” sözcüğümüz de yok. Aslında biz iki tarafla da özdeşleştiğimiz
için -hem ayıplayan norm gücüyle hem de rezil rüsva olanla- utanç da karma bir
duygu haline geliyor. Kısmen temsil demem de bu yüzden. Şimdi “başkası”
kavramının çift anlamlı olduğunu
söylemek için elim rahat: “başkası” hem ayıplayan norm gücü hem de bizzat bu
norm karşısında rezil rüsva olan diğeri. Aynı şeyi utanç için de
söyleyebiliriz. Utancı hem bize yakın olan “başkası” yerine onunla özdeşlik
kurarak duyarız hem de onunla aramıza mesafe koyarak. Kendi utancımızı onun
adına bir ceza olarak yaşarken aynı zamanda ayıplayan normu arkamıza alarak
ceza kesen tarafta da oluruz. Beni utandırana karşı utancın intikamı. Yani utanç yansıtmalı bir duygudur burada.
İçimizde demlenmez, kolayca mimikle iletişim dili haline gelebilir. Bu durumda
utanç, mesafeden de öte utandığım kişiden kurtulmamı sağlayan duygu olur.
Başlangıçta duygu bana çöreklense de. Şöyle desem daha mı iyi: Başlangıçta
başkası adına utancım bilinçdışı olarak
bende konaklar, onu ben davet etmem, emrivaki gelir.
Yalnız şu soruyu aklımızda tutalım, beni
utandıran kim? Burada adil olmamız zor. Gerçekte beni utandıran hepimiz
üzerinde ayıplama yetkisiyle donanmış hegemonik norm, ama ben beni utandıran olarak
rezil eylemi yapanın yanında yer alıyorum. Onu seçmiyorum, ona adeta mahkumum.
Birincisi ben utanmaya mahkumum, ikincisi adına utandığım kişiyle aramda yakın
bir bağ var, bu bağa mahkumum. Nedir o? Aidiyet mi?
Ekşi Sözlük’te Başkaları Adına Utanmak
başlığıyla ilk entrisi 2003 yılında girilen bugün itibariyle 49 sayfa tutan yazılar…
tek tek okudum (1). Epeyce kişinin Yetenek Sizsiniz programını örnek vermesi
ilginç geldi. Beceriksiz yarışmacılara
karşı duydukları utanç ortak duyguları.
Yarışma programının üç ayağını gözümüzün önüne getirelim:
1. Yarışmacı
2. Seçici
kurul
3. Seyirci
(salondakiler ve tv’den izleyenler)
Peki Çikita Muz şarkısıyla meşhur olan
Ajdar’a ne diyeceğiz? Ben Ajdar’ın ilk tanınmaya başlamasını takip edemedim ama
tahmin edebiliyorum. Muhtemelen tvye ilk çıkışında seyirciler onun adına
utanmışlardır. Ajdar iyice meşhur olunca işler değişti tabi, onun adına duyulan
utanç onun gülünçlüğü üzerinden başka bir şeye evrildi. Sadece onun şahsına
yönelmiş bir gülünçlük tatmini değil,
aynı zamanda şöhretin kendisine karşı yöneltilmiş bir alay, yani şöhretin
kasıntı ciddiyetine karşı rahatlatıcı bir figür işlevi. Ajdar gibiler şöhretin
ulaşılmazlığıyla aramızda sempatik bir tampon bölge yaratır (aynı şekilde katı
dinciliğe karşı Adnan Hoca’nın yarattığı laubali erotik dinciliğin dengeleyici
şok işlevini düşünün). Kendini bizim onu gördüğümüzden daha fazla ciddiye alan
yapay, şişkin, kusursuz şöhret imgelerinin havasını alır. Üstelik Ajdar
gibilerin şöhretine katkıda bulunurken kontrol bizde duygusu da vardır. Bu
figürler adeta kültürel bir topraklama hattıdır.
İşte burada işin püf noktasına
geliyoruz. Başkası adına utanma modern bir duygu. Hatta postmodern bir duygu
diyeceğim ama daha sonra Atatürk üzerinden vereceğim eski bir örnek beni
engelliyor.
Almancada ‘Fremdscham’ın rafine bir
kavram olarak kullanımı 90’lardan sonra başlıyor. Bu kavramın Almanya gibi
yüksek toplumsal kontrol barındıran ülkede çıkması tesadüf değil. Böyle bir
duygu önceden de vardı şüphesiz, böyle bir kavramın yeniliği insanın kendi
içsel utancından ve kolektif utancından bir kaçış sağlaması babından yeni. Ya
da şöyle: ‘Fremdscham’ ikame bir kavram onun dinamiği asıl toplumda kök salmış
ve toplumun tutucu karakterinin özü olan utancı değiştiriyor. Aslında utancın
muhafaza ettiklerini başkası adına utançla dolayımlayarak. Utanca erdem
atfedenler yanılıyor! Başkası adına utanç gösterdiğimiz de bir duygu olduğu için,
örneğin gözleme eşlik eden mimikle, bu kadar da olmaz diyen sesle, yadırgayan
bakışla vb bir süre sonra meşruiyet verici hale gelir, çünkü izlemek bir kendini
değiştirme faaliyetidir de. Tuhaf olanın çekiciliğine ve ona alışma sürecine
ara aşama diyelim. Kentin sokaklarında kendini ve diğerlerini sürekli yabancı
olarak algılama tekrarı başkası adına küçük, gelgeç utanma deneyimleri de kazandırır
insana. Sosyal medya, realty show’lar, Tiktok gibi mecralar bizler için artık
sürekli olarak başkalarının garipliklerine, gaflarına, görgüsüzlüklerine,
patavatsızlıklarına tanık olduğumuz adreslerdir. Bu tanıklık, sadece gülme,
eğlence molası değil, çoğu zaman da rahatsızlık, gerginlik ve başkası adına
utanma duygusu içeriyor. Eskiden dar çevrelerde yaşanırdı, şimdi sık sık tekrar
ediyor, kolektif hale geliyor; şöhret, özgüven, kitsch, cringe gibi temalarla
iç içe geçiyor.
Şimdi can alıcı sorumuza geldik: Başkası
adına utanma duygusu asıl bireysel utanç duygumuza ne yapar?
Ama önce
Türkçede en azından sözlük anlamıyla yapılmayan bir ayrıma dikkat çekeceğim.
Utanç ve mahcubiyet ayrımına. Bu ayrımı İngilizcede ‘sham’ ve ‘embarrassement’
kavramları arasında Erwing Goffman derinlikli biçimde yaptı (2). Ben onu tekrar
etmeyeceğim. Şimdilik sadece başkası adına utanma deyişinde utanma kavramının
İngilizcede ‘embarrassement’ kavramıyla ifade edildiğini söylemem yeterli.
‘Embarrassement’ Türkçede ‘mahcubiyet’ diye karşılanabilir. Ama ikisi arasındaki
farkı bilerek deyiş kalıbına sadık kalalım ve yine başkası adına utanma demeye
devam edelim. Bu arada Goffman’da başkası adına utanmak diye spesifik bir ayrım
olmadığını da ilave edeyim. Nasıl olsun? İngilizce ‘secondhand embarrassement’
(ikinci el utanç) kavramı 2000’lerden sonra ortaya çıkıyor, Goffman’ın ölüm
tarihi ise 1982. Goffman’ın yaptığı bu ayrımın
başkası adına utanma kavramı üzerinde başka bir tezahüründen söz edeceğim. Utanç,
bireyseldir, derinlerde yaşanır. İçte yaşanan utanç dışarıdan belli olma
endişesine karşı da utançtır. Yani utanç aynı zamanda utancı göstermeme
çabasıyla çoğalır. Oysa başkası adına utanma duygusu gösterilir. İki türlü de
gösterilir: Birincisi, mesela sahnede bir an repliğini unutan bir tiyatro
oyuncusuna empati (koruyucu empati)duyarak gösterilir; koruyucu empatik utanma
genellikle kırılganlığa tanıklık etmenin utancıdır. Goffman’ın “yüz kaybı”
dediği durumlarda sık görülür. İkincisi, yemek masasında ağzını şaplatan,
geğiren birine kem bakışlarla yargılayıcı biçimde gösterilir.
‘Utanç
davranışı değil, kişiliği damgalar.’ İçimizde her an faka basmaya hazır
potansiyel “utanç” nüveleri taşırız.
Çekingenliğimiz bir anlamda utancımıza karşı kontrol bizde hissidir. Utancımız
için tutucuyuzdur. İşte yeniden o soru: başkası adına utanma duygumuz bizim bu
içsel utancımıza ne yapar?
Dönüştürür.
İnsan
günlük yaşamında bu kadar sık başkası adına utanınca, kendi utancıyla kurduğu
mutlak ilişki de gevşer. Başkasının sürekli ve umursamazca utanmaması
karşısında ister istemez oluşan kanıksamayla… başkası adına utanma kendi
utancımız içinde bir tür tolerans, mesafe ve oyun alanı yaratır. Başkası adına
utanırken bize ilhamı kendi utancımızın verdiğini unuturuz. Aslında sürekli
cepten harcarız, başkası adına utanca aktardığımız kredi kendi utanç
sermayemizi tüketir. Bunu iyi veya kötü olmasından bağımsız bir süreç olarak
düşünün. Çünkü utanç bir erdem değildir! Neden utandığın ve utancını hangi
erdemin koruyuculuğu üzerine yatırdığın iyi ve kötüyü belirler. Yoksa utanç çok
derin bir duygudur, ama nötr bir duygudur da.
Eskiden
utanç bir günah elbisesi gibiydi; ağır, görünmez ama taşıması eziyetli. Modern
çağda başkası adına utanç bu elbisenin kumaşına küçük yırtıklar, esnemeler
açar. Ve deliklerden gülme, hafiflik, ironik farkındalık gibi şeyler sızar.
Elbise demişken Andersen’in Kral Çıplak masalını farklı bir okumayla anlatabilirsem
belki demek istediğime de daha çok yaklaşabilirim. Bilirsiniz, masalın finalinde
güya görünmez elbise giyen ama gerçekte çırılçıplak olan kralı ahali
seyrederken bir çocuk ‘Kral çıplak!’ diye bağırır. Bir an bu
bağırışın hem kralda hem ahalide bir tereddüt anı yarattığını varsayalım. Mantıklı
olan da bu. Ahali hemen çocuğun sesiyle aydınlanmış sayılamazdı. Aslında ahali
kralı zaten çıplak görüyordu, hiç şüphesiz kral da kendini çıplak
görüyordu. Ama herkes görünmez elbiseyi görmemenin budalalık sayılacağına
inandığı için (böyle inanmaları bir emir olduğu için), elbiseyi görüyor gibi
davranıyorlardı. İnanç hemen tersine dönüşmez, tereddüt anı başkası adına
utanmayla bir geçiş duygusu haline gelir. Ahali kralları adına utanır. Ama o zamana kadar kralı çıplak görmek bunu söyleyen çocuğa kadar ciddi bir tecrit altında
sessizliğe mahkumdur. Ses görüntüyü değiştirmez, görüneni hakikat haline getirir. Ahali sesle artık krala daha
rahat bakarak kendi bedenlerinin olası çıplaklığına karşı utançlarını yumuşatırlar.
Diğer taraftan başkası adına utanma aynı zamanda çocuk adına da utanmadır, o
tereddüt anında çocuğun bağırması büyüyü bozsa da çocuğun cüreti utanç konusu
olur. Gerçek karşısındaki utançla gerçeği söyleme arasındaki utancın ikilemi
herkesin içinde bir şeyleri değiştirir.
Modern
toplumda başkası adına utancın kültürel yaygınlığı, bireysel “utanç” duygusunun
otoritesini kırar; “utanç” artık sadece bastırıcı değil, dönüştürücü ve esnek
bir duyguya evrilir.
Bir Türk’ün
başkası adına utancı nasıldır diye sormuştuk. Bu sorunun cevabını en iyisi en
üst temsilde arayalım, yani Atatürk’te. Başkası adına kendinden utanma. Ama
başka bir yazı konusu bu.
(1)Ekşi Sözlük’te Başkası Adına Utanmak
başlığı da var ama o dört sayfa.
(2) Erwing Goffman, Etkileşim
Ritüelleri, Heretik Yay.
Doğru noktalar. Bir de Alman toplumunda sadece başkası adına utanma değil, utanılması gereken davranışa aşırı bir tecrit ve düzeltme ihtiyacı vardır. Tesadüf ben de bugün bundan bahsettim; burada özellikle orta ve üst yaşlı herkes sürekli birbirini düzeltme, birbirine had bildirme, öğretme ihtiyacı içinde. Bu yazdıklarınızla birleşince, evet Türkiye’de artık doğru söylesen bile düzeltme arzusu cezalandırılıyor (öldürülenler var yahu sana ne diye!) ve bür noktada da insanlar genel olarak karışmama, kendi işlerine bakma eğilimindeler.. Dolayısıyla adım adım “utanılacak davranış” kriterimiz de değişiyor..
YanıtlaSilMurathan Mungan’ın güzel bir sözü vardır: Bu ülkede herşey olabilirsin ama rezil olamazsın diye.
Sözünü ettiğiniz yazıyı bloğunuzda biraz önce okudum, yerlinin yabancıyı utandırma gücü… Siz de Çinli kasiyer kıza gülümsemekle ona kendini haklı bulma gücü vermişsiniz, ne güzel. Ama bunun da bir mahcubiyet tarafı var tabi.
YanıtlaSilUtanma duygusu aslında insanın bünyesinde taşıdığı hammadde, dışarıdan tetiklenince kendini aşağılamayla beynin ve bedenin koordineli yaptığı mamul maddeye dönüşüyor. Neye utanacağımızı biz belirlemiyoruz. Türkiye’de evrensel ahlâk normlarıyla ilgili bir utanma hemen hemen hiç yok, Murathan Mungan’ın söylediğini böyle anlıyorum. Ama rezil olma ihtimali her zaman var, özellikle sınıfsal düşüşlerde.
Teşekkür ederim yorumunuz için.