5 Ağustos 2025 Salı

Başkası Adına Utanmak


 

Bir utanma versiyonu.

Başlık bu duygunun hem adı, hem tanımı. Ad, kendini tanımlayarak uzatmış. Bu yüzden tanım gibi görünen ad bizi yanlış da yönlendiriyor. Sanki başkası hissetmediği utancın vekaletini bize devretmiş gibi.

‘Biz’li konuşacağım. Yani başkası adına utananın öznesi olan “biz”.

Şimdiye kadar bu özel utancı ifade edecek tek sözcük olmalıydı. Almanların var: Fremdscham; o da bileşik sözcük: Fremd-scham (yabancı-utancı). Ama meşhur Duden sözlüğüne ancak 2009 yılında girebilmiş. Neden bu kadar gecikti? İlk sorumuz bu olsun. Ama hemen cevabını aramayalım, biraz beklesin.

Başlangıç için elimde daha baba bir soru var: başkasının utanç verici eyleminden biz sorumlu olmadığımız halde neden onun utancını üstlenmek gibi bir kötü hissin içine düşüyoruz? Bu hiç mantıklı değil. Hadi dayanışma olsa anlaşılabilir. Diğerinin acısına merhamet duymak gibi. Hemen bir not: merhamet eyleme geçmese de nihayetinde bir acı çekme biçimi olduğu için diğerinin acısıyla özdeşlik kurarak kendi eylemsizliği karşısında bir avuntu yerine de geçer (ya da kuru kuruya merhametin eylem yanılsaması diyelim).  Utanç böyle bir fedakârlık hissinden hareket etmez. Utanç paylaşılan bir duygu değil. Ama kolektif bir duygu olabilir. Karıştırmayalım. Peki utanç derken emin miyim? Evet eminim, bu benim duygum: utanıyorum. Kendi yaptığım eylemden ötürü değil onun yaptığı eylemden dolayı utanıyorum; onun utanıp utanmaması bir ölçü olmadan. Bana utanç veren sadece onun içinde bulunduğu nahoş durum, ama onun amacı beni utandırmak değilken. Adeta utanmaya gönüllüyüm. Nasıl oluyor bu? Utancın mazohist bir duygu olmadığını biliyoruz… Burada durup biraz soluklanalım. Anlattığımı kısaca formüle edeyim şimdi. Durum şu: Karşımda biri var, kötü bir şey yapıyor (farkında veya değil), o utanmıyor, onun yerine ben utanıyorum. İnsanın durduk yere başını belaya sokması gibi. Yani utanç vekil bir duygu değil burada, bizzat ben utanıyorum. Adlandırmada sözcüklerin kendi çağrışımlarıyla bütünsel anlam hakikatini birbirinden ayırt etmek gerekir. Adlandırmanın bu kurucu “yanlış” eğilimi sadece bize has değil. İngilizcede buna ‘secondhand embarrassment,’ ikinci el utanç diyorlar. Yani kavram başkasının utancının bir yansıması, bir türevi gibi anlaşılıyor. Oysa kaynak başkası olsa da kişinin kendisinde oluşan özel bir utançtan söz ediyoruz, diğerinin olası utancından bağımsız. Tabi bir Alman’ın, bir İngiliz’in ve bizim başkası adına utancımız arasında bazı nüanslar var.

Bir Alman’ın ‘Fremdscham’ını anlatan şöyle bir örnek: “Tatilde kötü davranan diğer Alman turistlerle karşılaşmaktan daha utanç verici bir durum yoktur. Ama başkalarının davranışlarını umursamayız(…) Yurtdışında son şezlong için kavga eden başka Almanlarla karşılaşsak bu çok utanç verici olur; sonuçta bu ‘ilkellerle’ aynı kefeye konma riskiyle karşı karşıya kalırız.” (Stern, 30 Juli, 2015)

Bir İngiliz’in ‘secondhand embarrassment’ını anlatan bir örnek: Modern bir İngiliz azgelişmiş bir ülkeyi ziyaretinde İngilizce bilen yerlinin engin tarih bilgisini göstermek için artık geçmişte kalmış İngiltere İmparatorluğu’na övgüler düzmesi karşısında utanır.  (Bu örneği ChatGBT’den aldım.)

Peki bir Türk’ün başkası adına utancı nasıldır?

 

Buraya geçmeden önce “başkası” kavramını biraz deşelemek istiyorum. Başkası adına utanma derken buradaki “başkası” kim? Onun adına utandığımıza göre o bilmediğimiz başkası değil. Çünkü utancı onun adına duyuyoruz. Kendimizi duygu aracılığıyla onun temsilcisi sayıyoruz. Bunun tersi de doğru: o sanki bizim temsilcimiz olduğu için nahoş eyleminden utanç duyuyoruz. Temsil ne burada? Aslında kısmen temsil, aramızda mesafe var. Burada gerçek başkası, bizi utandıran yargı, hegemonik ayıplama normu. Freuden dille söylersek bizim de üstbenimiz olan yapı. Peki biz neden ayıplayan norm yerine “mağdur”la özdeşleşiyoruz? Bu sorunun rafine bir cevabı yok. Çünkü rafine bir “tek” sözcüğümüz de yok. Aslında biz iki tarafla da özdeşleştiğimiz için -hem ayıplayan norm gücüyle hem de rezil rüsva olanla- utanç da karma bir duygu haline geliyor. Kısmen temsil demem de bu yüzden. Şimdi “başkası” kavramının  çift anlamlı olduğunu söylemek için elim rahat: “başkası” hem ayıplayan norm gücü hem de bizzat bu norm karşısında rezil rüsva olan diğeri. Aynı şeyi utanç için de söyleyebiliriz. Utancı hem bize yakın olan “başkası” yerine onunla özdeşlik kurarak duyarız hem de onunla aramıza mesafe koyarak. Kendi utancımızı onun adına bir ceza olarak yaşarken aynı zamanda ayıplayan normu arkamıza alarak ceza kesen tarafta da oluruz. Beni utandırana karşı utancın intikamı.  Yani utanç yansıtmalı bir duygudur burada. İçimizde demlenmez, kolayca mimikle iletişim dili haline gelebilir. Bu durumda utanç, mesafeden de öte utandığım kişiden kurtulmamı sağlayan duygu olur. Başlangıçta duygu bana çöreklense de. Şöyle desem daha mı iyi: Başlangıçta başkası adına  utancım bilinçdışı olarak bende konaklar, onu ben davet etmem, emrivaki gelir.

Yalnız şu soruyu aklımızda tutalım, beni utandıran kim? Burada adil olmamız zor. Gerçekte beni utandıran hepimiz üzerinde ayıplama yetkisiyle donanmış hegemonik norm, ama ben beni utandıran olarak rezil eylemi yapanın yanında yer alıyorum. Onu seçmiyorum, ona adeta mahkumum. Birincisi ben utanmaya mahkumum, ikincisi adına utandığım kişiyle aramda yakın bir bağ var, bu bağa mahkumum. Nedir o? Aidiyet mi?

Ekşi Sözlük’te Başkaları Adına Utanmak başlığıyla ilk entrisi 2003 yılında girilen bugün itibariyle 49 sayfa tutan yazılar… tek tek okudum (1). Epeyce kişinin Yetenek Sizsiniz programını örnek vermesi ilginç geldi. Beceriksiz yarışmacılara  karşı duydukları utanç ortak duyguları.   Yarışma programının üç ayağını gözümüzün önüne getirelim:

1.       Yarışmacı

2.       Seçici kurul

3.       Seyirci (salondakiler ve tv’den izleyenler)

 Bir tanesinin linkini koymuşlardı ben de videodan izledim. Sahneye çıkan kişi stand up gösterisi yapacak. Daha seçici kurula hitabında falso veriyor, ondan sonra da her şey kötü gidiyor. Zaten sonrası dediğim de çok kısa, seçici kurul peş peşe ret butonuna basıyor. Adam sadece yarışmadan elenmedi, kendini küçük de düşürdü, işin tuhafı bunun farkında değildi. Sanki haksızlığa uğramış da sineye çekiyormuş gibi ayrıldı sahneden. İşte onun adına utanmamıza yol açan da bu farkında olmama hali. Seçici kurul adamın performansını bizim adımıza çok kısa tuttu. Çünkü daha onuncu saniyeden itibaren adamın gülme beklentimizi söndüren beceriksizliği bizde gerilime de yol açmıştı. Sahiden başlangıçta adam adına ben de utandım. Eğer seçici kurul adamın gösterisine biraz daha izin verseydi utancım yerini öfkeli bir gerginliğe bırakabilirdi. Seçici kurul ret butonuna erken basmakla seyircinin “masum” utancını korudu. Seçici kurulun utanan tarafta olmadığını söylememe bilmem gerek var mı? Bizim utanç tarafında olmamız ise varlığıyla dikkat çekmeyen, meşhur olmayan, tıpkı bizim gibi sıradan olan birinin sahneye çıkması; ve yarattığı hayal kırıklığıyla tekrar bizim aramıza düşmesi. Belki o utansa biz utanmayacağız, hayal kırıklığı da yer değiştirecek. Tıpkı birinin yüksek parkurlu bir yerden artistik hareketlerle denize atlarken kayalara çarpması karşısında duyduğumuzun utanç olmaması gibi. Üzüntü duyarız, empati duyarız. Oysa burada duyduğumuz utanç utandığımız kişiyle aramıza  mesafe koyuyor. Onunla aynı konumda anılmak istemiyoruz. Başkası adına utancın bu versiyonu terk edicidir. Ama aynı zamanda norm koyucudur. Toplumun dizaynında rol oynar, aksayan yanlarını temizler, çıkıntılarına budama yapar.

Peki Çikita Muz şarkısıyla meşhur olan Ajdar’a ne diyeceğiz? Ben Ajdar’ın ilk tanınmaya başlamasını takip edemedim ama tahmin edebiliyorum. Muhtemelen tvye ilk çıkışında seyirciler onun adına utanmışlardır. Ajdar iyice meşhur olunca işler değişti tabi, onun adına duyulan utanç onun gülünçlüğü üzerinden başka bir şeye evrildi. Sadece onun şahsına yönelmiş  bir gülünçlük tatmini değil, aynı zamanda şöhretin kendisine karşı yöneltilmiş bir alay, yani şöhretin kasıntı ciddiyetine karşı rahatlatıcı bir figür işlevi. Ajdar gibiler şöhretin ulaşılmazlığıyla aramızda sempatik bir tampon bölge yaratır (aynı şekilde katı dinciliğe karşı Adnan Hoca’nın yarattığı laubali erotik dinciliğin dengeleyici şok işlevini düşünün). Kendini bizim onu gördüğümüzden daha fazla ciddiye alan yapay, şişkin, kusursuz şöhret imgelerinin havasını alır. Üstelik Ajdar gibilerin şöhretine katkıda bulunurken kontrol bizde duygusu da vardır. Bu figürler adeta kültürel bir topraklama hattıdır.

İşte burada işin püf noktasına geliyoruz. Başkası adına utanma modern bir duygu. Hatta postmodern bir duygu diyeceğim ama daha sonra Atatürk üzerinden vereceğim eski bir örnek beni engelliyor.

 

Almancada ‘Fremdscham’ın rafine bir kavram olarak kullanımı 90’lardan sonra başlıyor. Bu kavramın Almanya gibi yüksek toplumsal kontrol barındıran ülkede çıkması tesadüf değil. Böyle bir duygu önceden de vardı şüphesiz, böyle bir kavramın yeniliği insanın kendi içsel utancından ve kolektif utancından bir kaçış sağlaması babından yeni. Ya da şöyle: ‘Fremdscham’ ikame bir kavram onun dinamiği asıl toplumda kök salmış ve toplumun tutucu karakterinin özü olan utancı değiştiriyor. Aslında utancın muhafaza ettiklerini başkası adına utançla dolayımlayarak. Utanca erdem atfedenler yanılıyor! Başkası adına utanç gösterdiğimiz de bir duygu olduğu için, örneğin gözleme eşlik eden mimikle, bu kadar da olmaz diyen sesle, yadırgayan bakışla vb bir süre sonra meşruiyet verici hale gelir, çünkü izlemek bir kendini değiştirme faaliyetidir de. Tuhaf olanın çekiciliğine ve ona alışma sürecine ara aşama diyelim. Kentin sokaklarında kendini ve diğerlerini sürekli yabancı olarak algılama tekrarı başkası adına küçük, gelgeç utanma deneyimleri de kazandırır insana. Sosyal medya, realty show’lar, Tiktok gibi mecralar bizler için artık sürekli olarak başkalarının garipliklerine, gaflarına, görgüsüzlüklerine, patavatsızlıklarına tanık olduğumuz adreslerdir. Bu tanıklık, sadece gülme, eğlence molası değil, çoğu zaman da rahatsızlık, gerginlik ve başkası adına utanma duygusu içeriyor. Eskiden dar çevrelerde yaşanırdı, şimdi sık sık tekrar ediyor, kolektif hale geliyor; şöhret, özgüven, kitsch, cringe gibi temalarla iç içe geçiyor.

 

Şimdi can alıcı sorumuza geldik: Başkası adına utanma duygusu asıl bireysel utanç duygumuza ne yapar?

Ama önce Türkçede en azından sözlük anlamıyla yapılmayan bir ayrıma dikkat çekeceğim. Utanç ve mahcubiyet ayrımına. Bu ayrımı İngilizcede ‘sham’ ve ‘embarrassement’ kavramları arasında Erwing Goffman derinlikli biçimde yaptı (2). Ben onu tekrar etmeyeceğim. Şimdilik sadece başkası adına utanma deyişinde utanma kavramının İngilizcede ‘embarrassement’ kavramıyla ifade edildiğini söylemem yeterli. ‘Embarrassement’ Türkçede ‘mahcubiyet’ diye karşılanabilir. Ama ikisi arasındaki farkı bilerek deyiş kalıbına sadık kalalım ve yine başkası adına utanma demeye devam edelim. Bu arada Goffman’da başkası adına utanmak diye spesifik bir ayrım olmadığını da ilave edeyim. Nasıl olsun? İngilizce ‘secondhand embarrassement’ (ikinci el utanç) kavramı 2000’lerden sonra ortaya çıkıyor, Goffman’ın ölüm tarihi ise 1982. Goffman’ın yaptığı bu ayrımın  başkası adına utanma kavramı üzerinde başka bir  tezahüründen söz edeceğim. Utanç, bireyseldir, derinlerde yaşanır. İçte yaşanan utanç dışarıdan belli olma endişesine karşı da utançtır. Yani utanç aynı zamanda utancı göstermeme çabasıyla çoğalır. Oysa başkası adına utanma duygusu gösterilir. İki türlü de gösterilir: Birincisi, mesela sahnede bir an repliğini unutan bir tiyatro oyuncusuna empati (koruyucu empati)duyarak gösterilir; koruyucu empatik utanma genellikle kırılganlığa tanıklık etmenin utancıdır. Goffman’ın “yüz kaybı” dediği durumlarda sık görülür. İkincisi, yemek masasında ağzını şaplatan, geğiren birine kem bakışlarla yargılayıcı biçimde gösterilir.

 

‘Utanç davranışı değil, kişiliği damgalar.’ İçimizde her an faka basmaya hazır potansiyel “utanç” nüveleri  taşırız. Çekingenliğimiz bir anlamda utancımıza karşı kontrol bizde hissidir. Utancımız için tutucuyuzdur. İşte yeniden o soru: başkası adına utanma duygumuz bizim bu içsel utancımıza ne yapar?

Dönüştürür.

İnsan günlük yaşamında bu kadar sık başkası adına utanınca, kendi utancıyla kurduğu mutlak ilişki de gevşer. Başkasının sürekli ve umursamazca utanmaması karşısında ister istemez oluşan kanıksamayla… başkası adına utanma kendi utancımız içinde bir tür tolerans, mesafe ve oyun alanı yaratır. Başkası adına utanırken bize ilhamı kendi utancımızın verdiğini unuturuz. Aslında sürekli cepten harcarız, başkası adına utanca aktardığımız kredi kendi utanç sermayemizi tüketir. Bunu iyi veya kötü olmasından bağımsız bir süreç olarak düşünün. Çünkü utanç bir erdem değildir! Neden utandığın ve utancını hangi erdemin koruyuculuğu üzerine yatırdığın iyi ve kötüyü belirler. Yoksa utanç çok derin bir duygudur, ama nötr bir duygudur da.

Eskiden utanç bir günah elbisesi gibiydi; ağır, görünmez ama taşıması eziyetli. Modern çağda başkası adına utanç bu elbisenin kumaşına küçük yırtıklar, esnemeler açar. Ve deliklerden gülme, hafiflik, ironik farkındalık gibi şeyler sızar. Elbise demişken Andersen’in Kral Çıplak masalını farklı bir okumayla anlatabilirsem belki demek istediğime de daha çok yaklaşabilirim. Bilirsiniz, masalın finalinde güya görünmez elbise giyen ama gerçekte çırılçıplak olan kralı ahali seyrederken bir çocuk ‘Kral çıplak!’ diye bağırır. Bir an bu bağırışın hem kralda hem ahalide bir tereddüt anı yarattığını varsayalım. Mantıklı olan da bu. Ahali hemen çocuğun sesiyle aydınlanmış sayılamazdı. Aslında ahali kralı zaten çıplak görüyordu, hiç şüphesiz kral da kendini çıplak görüyordu. Ama herkes görünmez elbiseyi görmemenin budalalık sayılacağına inandığı için (böyle inanmaları bir emir olduğu için), elbiseyi görüyor gibi davranıyorlardı. İnanç hemen tersine dönüşmez, tereddüt anı başkası adına utanmayla bir geçiş duygusu haline gelir. Ahali kralları adına utanır. Ama o zamana kadar kralı çıplak görmek bunu söyleyen çocuğa kadar ciddi bir tecrit altında sessizliğe mahkumdur. Ses görüntüyü değiştirmez, görüneni hakikat haline getirir. Ahali sesle artık krala daha rahat bakarak kendi bedenlerinin olası çıplaklığına karşı utançlarını yumuşatırlar. Diğer taraftan başkası adına utanma aynı zamanda çocuk adına da utanmadır, o tereddüt anında çocuğun bağırması büyüyü bozsa da çocuğun cüreti utanç konusu olur. Gerçek karşısındaki utançla gerçeği söyleme arasındaki utancın ikilemi herkesin içinde bir şeyleri değiştirir.

Modern toplumda başkası adına utancın kültürel yaygınlığı, bireysel “utanç” duygusunun otoritesini kırar; “utanç” artık sadece bastırıcı değil, dönüştürücü ve esnek bir duyguya evrilir.

Bir Türk’ün başkası adına utancı nasıldır diye sormuştuk. Bu sorunun cevabını en iyisi en üst temsilde arayalım, yani Atatürk’te. Başkası adına kendinden utanma. Ama başka bir yazı konusu bu.

 

(1)Ekşi Sözlük’te Başkası Adına Utanmak başlığı da var ama o dört sayfa.

(2) Erwing Goffman, Etkileşim Ritüelleri, Heretik Yay.

 

 


2 yorum:

  1. Doğru noktalar. Bir de Alman toplumunda sadece başkası adına utanma değil, utanılması gereken davranışa aşırı bir tecrit ve düzeltme ihtiyacı vardır. Tesadüf ben de bugün bundan bahsettim; burada özellikle orta ve üst yaşlı herkes sürekli birbirini düzeltme, birbirine had bildirme, öğretme ihtiyacı içinde. Bu yazdıklarınızla birleşince, evet Türkiye’de artık doğru söylesen bile düzeltme arzusu cezalandırılıyor (öldürülenler var yahu sana ne diye!) ve bür noktada da insanlar genel olarak karışmama, kendi işlerine bakma eğilimindeler.. Dolayısıyla adım adım “utanılacak davranış” kriterimiz de değişiyor..
    Murathan Mungan’ın güzel bir sözü vardır: Bu ülkede herşey olabilirsin ama rezil olamazsın diye.

    YanıtlaSil
  2. Sözünü ettiğiniz yazıyı bloğunuzda biraz önce okudum, yerlinin yabancıyı utandırma gücü… Siz de Çinli kasiyer kıza gülümsemekle ona kendini haklı bulma gücü vermişsiniz, ne güzel. Ama bunun da bir mahcubiyet tarafı var tabi.
    Utanma duygusu aslında insanın bünyesinde taşıdığı hammadde, dışarıdan tetiklenince kendini aşağılamayla beynin ve bedenin koordineli yaptığı mamul maddeye dönüşüyor. Neye utanacağımızı biz belirlemiyoruz. Türkiye’de evrensel ahlâk normlarıyla ilgili bir utanma hemen hemen hiç yok, Murathan Mungan’ın söylediğini böyle anlıyorum. Ama rezil olma ihtimali her zaman var, özellikle sınıfsal düşüşlerde.
    Teşekkür ederim yorumunuz için.

    YanıtlaSil