Mehmet Pişkin’in
videosunda intihar sözcüğünün geçtiği yerler biplenseydi bir istifa konuşması
dinlediğimizi sanabilirdik. Bıkmış, motivasyonunu ve amacını yitirmiş,
yetenekleri körelmiş bir çalışan; sevmediği işinden istifa ediyormuş gibi rahat, öte
yandan arkadaşlarını, hatıralarını geride bırakıyormuş gibi de hüzünlü. Huzurlu-hüzün
gibi bir terkip uydurası geliyor insanın. Ama Mehmet Pişkin’in yüzünde bundan
fazlası var. Bir kere kararlı. Rahatlığı da buradan geliyor belli ki. İnsanları
en çok şaşırtan da bu rahat hali. Videonun başında ‘Bu bir intihar notu’,
‘Yaşam defterimi kapatıyorum’, ‘Bana ayrılan sürenin sonuna geldim’ derken, sözcükleri
biraz da belagat titizliğiyle seçtiği belli, hafif alaycı. Önce ciddi, tok,
dümdüz bir söz, sonra insana acaba dedirtecek bir kayma…
Herkes gibi benim de
intihar eden tanıdıklarım oldu, ama yakından tanıdığım iki kişinin intiharından
çok etkilendim. Onların son zamanlarına tanık olanlardan uzun uzun dinlemiştim,
kimse intiharlarına anlam veremiyordu. Ben de veremiyordum. Tamam o tarafını
karıştırma diyeceğimiz bir takım intihar eğilimleri vardı ama neden son
zamanlarda bu kadar rahatlardı? Kafalarının içinde çözümü bulmuşlardı ve
sessizce kararlarını vermişlerdi deyip işin karmaşa tarafından kurtulmak ve
psikiyatriye şükretmek mümkün tabi… Ama belki de intihar edenin intihar
nedenlerinden çok, daha sonra intihar
edecek olanlar üzerindeki nedensel etkisi üzerinde durmak gerekir; yani
intiharın sosyo-psikololojik nedenlerinden öte, intiharın kendisi için bir
neden haline gelmesi…
Etologlar bize hayvanların intihar etmediklerini söylüyor. Hayvanlar güdülerinden saparak bazen ölüme yönelirler. İntihar düşüncesi bize tüm insanlık tarihinden miras kaldı. İntihara eğilimli olan kişi bu düşünceyi diyelim uzun süre yedeğinde tutar, ama bir türlü gerçekleştirmez, sonra ertelemeye başlar ama onu kafasından bir türlü atamaz. İntihar eğiliminin kendini her gün tekrarlayan sabit bir fikre dönüşmesi, bunun gizli bir b planı olması, intiharın ertelenmesinin de sebebi aslında. Neden daha önce değil de o gün diye sormak gerekir. Ama bu karar anının sinsice, sessizce gelmesi, bünyeyi ele geçirmesi, moda tabirle belki de intiharın fıtratında var. Öyle bir hale gelir ki, kişi intiharı arzu etmeye başlar. Başlangıçta intiharın sebebi olarak gösterilebilecek sorunlar bu kaçınma ile arzu ikilemi sırasında artık unutulur ve intiharı icra etme adımı bizzat kendi sebebi haline gelir. Acı çekip intihar etmeyi düşünmekten, intihar edemediği için acı çekme evresine geçiş…
Etologlar bize hayvanların intihar etmediklerini söylüyor. Hayvanlar güdülerinden saparak bazen ölüme yönelirler. İntihar düşüncesi bize tüm insanlık tarihinden miras kaldı. İntihara eğilimli olan kişi bu düşünceyi diyelim uzun süre yedeğinde tutar, ama bir türlü gerçekleştirmez, sonra ertelemeye başlar ama onu kafasından bir türlü atamaz. İntihar eğiliminin kendini her gün tekrarlayan sabit bir fikre dönüşmesi, bunun gizli bir b planı olması, intiharın ertelenmesinin de sebebi aslında. Neden daha önce değil de o gün diye sormak gerekir. Ama bu karar anının sinsice, sessizce gelmesi, bünyeyi ele geçirmesi, moda tabirle belki de intiharın fıtratında var. Öyle bir hale gelir ki, kişi intiharı arzu etmeye başlar. Başlangıçta intiharın sebebi olarak gösterilebilecek sorunlar bu kaçınma ile arzu ikilemi sırasında artık unutulur ve intiharı icra etme adımı bizzat kendi sebebi haline gelir. Acı çekip intihar etmeyi düşünmekten, intihar edemediği için acı çekme evresine geçiş…
Mehmet Pişkin’in
intiharında üç ayrı karar var. Ölmek, seçilen yöntem (iple: yalnız, hızlı) ve
video çekmek. Kronolojik olarak ilk başta video geliyor (videoyu ölmeden yarım
saat önce çektiği söyleniyor), ama biz videoyu izlediğimizde ölüm çoktan
gerçekleşmiş oluyor. Bu ters kronolojinin bir kurgu olmamasına rağmen
üzerimizde nerdeyse kurgusal diyebileceğimiz etkisi var, bizi afallamış
halimizle baş başa bırakıyor. Buna sonra değineceğim…
Mehmet Pişkin bu üç
kararı da kendi serbest iradesiyle almış. Ama görünmeyen bilinç dışı
diyebileceğimiz bir dördüncü karar daha var. Videoda konuşurken kullandığı dil.
Mehmet Pişkin kime hitap ediyor? Yakınlarına, arkadaşlarına mı?.. Hayır. Onlara
da hitap ediyor ama dolaylı bir şekilde (sadece dakika 5.03’te arkadaşlarını
kastederek ‘Güzel insanlarsınız hepiniz’ diyor duyulur duyulmaz bir sesle)…
İnsanın dil yeteneği
kadar ‘herkes’e hitap edebilen bir konuşma tarzı geliştirmesinin de bir tarihi
olmalı. Tabi insan yekûnunun ‘herkes’ denilen imgeye terfi etmesiyle ilgisi var
demek istediğimin. Bu ‘herkes’in Heidegger’in “Das Man”ı gibi tarihe aşkın bir
varoluşu yok. İlk ne zamanlarda başladı acaba? Burada olmayan, ama
varsaydığımız insanlar. Bir hitabet sorunu bu.
Kendinizden
bahsedeceksiniz ve hazırda kimse sizi dinlemeyecek, yani gerçekte o anda
yanınızda değiller, daha da ötesi onları tanımıyorsunuz. Böyle bir şeyin mümkün
olması bile mucize aslında. İcat gibi. Şiir de böyle işlemiyor mu?
Burada anahtar sözcük
muhatap; İnsan kendinden söz edecek ama muhatabı belirli bir kişi veya belirli
bir topluluk olmayacak; ve ben kendimi ‘herkes’e anlatma imkânına kavuşacağım.
Önce kendimi anlatma ihtiyacı (heves de diyebilirsiniz) sonra muhatap olarak
seçtiğim ‘herkes’. Kronolojik bir ayrım değil bu; bir sıralaması, bir
hiyerarşisi yok. Dille ilgili kendini yeniden kurma sorunu. Edebi süreç içinde
şöyle bir kademelendirmede bulunabiliriz: Shakespeare’in oyunlarında
karakterlerin monolog halinde tiratları olur. Karakter kendi kendine konuşur,
sanki biri duyuyor gibi değil de, biri duysun diye (mesela Tanrı’ya konuşurmuş
gibi; bu anlamda Tanrı ideal bir muhataptır); sözcükler bir yerlerde sıkışmış
ve salvoya tutulmuş gibi art arda patlar. Seyirci duyduklarını kendisine
söylenmiş olarak değil de dolayımlı bir şekilde salonun karanlık tarafından dinler.
Oysa Dostoyevski’nin ‘Yeraltından Notları’ında kahramanımız duyulacağından emin
bir şekilde, bir muhatap edinmiş halde konuşur. Teknik olarak buna iç-ses
deriz; ama monologdan fazladır. Düşünün ki dışarıda bir kulak söylediklerinizi
pür dikkat dinliyor, ama sadece bir dinleme organı değil bu kulak, sözlerinizin
kendi içinizde yankılanmasına da sebep olan bir ruh ikizi aynı zamanda. Onunla
diyalog halindesiniz, falso yaparsanız yüzünü ekşiteceğini bildiğiniz için
sözlerinizi tartıyorsunuz, onun tarafından denetleniyorsunuz, hatta yer yer
uzlaşarak onun ağzıyla konuşuyorsunuz. Onun varlığının böylesi bir
tahayyülü, sizi kendinizi ifade etmeye
sevk eden, belki de ikna eden tek şey; sizi dinliyor, hiçbir sözünüzü
kaçırmıyor, sizi olumluyor, sorular soruyor, derinleşmenize fırsat tanıyor vb.
Bu ‘herkes’ hem somut değil, hem de var. Konuşan kişi ise somut. Ama bu konuşmanın gerçekleşmesi için ‘herkes’in
zaten somut olmaması gerekiyor. Mehmet Pişkin videodaki muhatabını ‘herkes’
olarak seçiyor. Seçiyor derken bilinçdışı yönelim dili, halihazırda böyle bir
kurgu içinde buluyor. Örnek verelim: Mehmet Pişkin, videonun başlarında (dakika
1.14’te ) “Çok uzun zamandır mutsuzum aslına bakarsanız, bunu yakın
arkadaşlarım bilir zaten.” derken muhatabını, ‘yakın arkadaşlarını’ basamak
yaparak daha üst bir merciden genel özne olarak belirliyor.
Biz, yani bu videoyu izleyenler somut izleyici olmadan önce Mehmet Pişkin’i kendi “biz”ine çoktan hitap etmiş buluruz. Biz bu videoyu izleyenler olarak ne kadar çok olursak olalım onun “biz”ine yine de erişemeyiz. Bize (yani herkese) hitap eder ama, burada hitap edileni değil, salt kendisini anlatan bir insanı görürüz. Ama kendisini anlatan bu insan böyle genel bir özneyi muhatap almasaydı bu hitabın olamayacağını göremeyiz. Tam da intihar ‘herkes’te varlığını sürdürmekle ilgili bu tuhaf arzudan beslenir. Mehmet Pişkin Tanrı’ya inanmadığını söylüyor ama Tanrı’ya böylesi bir inançsızlık, öldükten sonra ‘herkes’te yaşamak gibi gizemli, utangaç bir Tanrı inancını telkin etmekten de kurtulamaz. Ölmeye karar vermiş bir “ben” ve bunu ilan ettiğim ‘herkes’. ‘Herkes’ yok; ama olduğu varsayımı o kadar gerçek ki, bu varoluş “ben”i kendi kendine konuştururken hiçbir yadırgamaya mahal vermiyor. ‘Herkes’in yabancı ile aşina olunan arasında salınan muğlaklığı, ama ille de anlayış ve hoşgörüye dair cömertliği onu ideal muhatap haline getirirken aslında onun karşısında “ben” kendini yeniden idealize etme imkânına kavuşuyor… İşler karıştı. (Karmaşık bir gerçekliği tek bir cümlede ifade etmeye kalkıştığımızda olur bu.)
Biz, yani bu videoyu izleyenler somut izleyici olmadan önce Mehmet Pişkin’i kendi “biz”ine çoktan hitap etmiş buluruz. Biz bu videoyu izleyenler olarak ne kadar çok olursak olalım onun “biz”ine yine de erişemeyiz. Bize (yani herkese) hitap eder ama, burada hitap edileni değil, salt kendisini anlatan bir insanı görürüz. Ama kendisini anlatan bu insan böyle genel bir özneyi muhatap almasaydı bu hitabın olamayacağını göremeyiz. Tam da intihar ‘herkes’te varlığını sürdürmekle ilgili bu tuhaf arzudan beslenir. Mehmet Pişkin Tanrı’ya inanmadığını söylüyor ama Tanrı’ya böylesi bir inançsızlık, öldükten sonra ‘herkes’te yaşamak gibi gizemli, utangaç bir Tanrı inancını telkin etmekten de kurtulamaz. Ölmeye karar vermiş bir “ben” ve bunu ilan ettiğim ‘herkes’. ‘Herkes’ yok; ama olduğu varsayımı o kadar gerçek ki, bu varoluş “ben”i kendi kendine konuştururken hiçbir yadırgamaya mahal vermiyor. ‘Herkes’in yabancı ile aşina olunan arasında salınan muğlaklığı, ama ille de anlayış ve hoşgörüye dair cömertliği onu ideal muhatap haline getirirken aslında onun karşısında “ben” kendini yeniden idealize etme imkânına kavuşuyor… İşler karıştı. (Karmaşık bir gerçekliği tek bir cümlede ifade etmeye kalkıştığımızda olur bu.)
Biraz daha
basitleştirelim: Mehmet Pişkin intihar edecek. (Edecek değil etti.) 'Bu mesela intihar eden şairlerin sözlerini neden daha büyük bir ilgiyle dinliyoruz sorusuna benziyor. Çünkü artık egosuz bir kişi konuşmaktadır, onu beğenip beğenmememizin onun egosuna yapabileceği bir katkı yoktur; tamamen bizim irademize, muhakememize teslim olmuştur. Bizden hiçbir karşılık beklemeden bize seslenen bu sesi sevmemek için bir nedenimiz yoktur.' (1) İntihar
etmeye kararlı. Kararında haklı olduğuna bizi ikna etmek için konuşmuyor.
‘Herkes’in karşısında var olmak için konuşuyor. Böyle bir konuşma yapması da
intihar gibi bir karara dayanıyor. Bunun tersi de doğru olabilir, yani intiharı
böyle bir konuşma yapmasına dayandırabiliriz. Ama karar ve icraat birbiri içinde
eridiği için ayıklanamaz halde. Çünkü kararın kendisi bir icraat. Yani bize
(‘herkes’e) konuşurken biz intihar kararına ilişkin bir yönlendirmenin içinde
buluruz kendimizi. Oysa konuşmanın kendisi intihar kararından özerk bir icraat.
Bize açıklama yapması icraatın sadece küçük bir kısmı, Mehmet Pişkin asıl bu
konuşmayla kendini yeniden var ediyor. Ve akabinde intihar bu konuşmayı hakikat
kılıyor. Biz ancak 13 küsur dakika içine kompakt edilmiş Mehmet Pişkin’i
tanıyoruz. Onun bize ayırdığı süre bu kadar. Onu tanıyor muyuz gerçekten? Bunun
bir önemi yok. O kendisini kendi bildiği gibi tanımamızı sağlıyor. Ve bu
“tanışmanın” sonunda da dediğini yapıyor. Bir aldatma aldatılma ilişkisi içinde
değiliz (ah keşke öyle olsaydı). Bizi bir illüzyonun içine sokuyor, böyle
olmasını amaçlamamışsa da. ‘Herkes’ ile izleyici olan bizim varlığımız
arasındaki kronolojik mesafe; tıpkı fotoğrafı çekilenin objektife bakması ile fotoğrafa
her bakanın orda kendine bakıldığını görmesi gibi. Evet acılı bir şaşkınlıkla kalakalmamız
bundan. Videodaki “canlı” görüntüyle, o “canlı” görüntü sahibinin birazdan yok
olduğunu bilmenin tuhaflığı; bocalarız burada. Aslında her iki halde de bir
görüntü vardır elimizde, ölümün sahiciliğine erişemeyiz. Kendi ölümünü haber
veren Mehmet Pişkin, ve bu ölümü doğrulayan dış-haber. İzlediğimizin tümüyle
gerçek olduğunu baştan biliyoruz, yani biz sonunu bildiğimiz bir olayı baştan
izliyoruz. Bunun üzerimizdeki etkisi, kurgusu ters olan kronolojiyi bir türlü
doğal akışına çeviremeyişimiz. Videonun kronolojisiyle gerçeğin kronolojisi (ki
gerçek şaşmaz biçimde kronolojik ilerler) birbirini öteler. ‘Herkes’ karşısında
kendini idealize eden bir adam nasıl oluyor da intihar edebiliyor?.. Ekşi
Sözlük’te Mehmet Pişkin başlığıyla açılan sayfaya henüz öldüğü gün 688 yazı
yazılmış, bugün (bu yazının yazıldığı 16.12.2014) itibarıyla da toplam 1646
yazı.
Adettendir, intihar
karşısında ilk savunmamızı makul bir sebep arama üzerine kurarız. Kendini neden
öldürdü?.. Bu yazının amacı bu soruyu cevaplamak değil. Biz yaşayanlara ilişkin
başka bir soru: Mehmet Pişkin’in
intiharında bizi etkileyen ne?.. Mehmet Pişkin zaten intihar sebebini
anlatıyor, ama önce makul sebepleri eleyerek:
“Gördüğünüz üzere öyle
alkollü, herhangi bir uyuşturucu etkisi altında değilim, gayet aklım başımda…
Konuyu yeterince, uzun süre serbest irademle değerlendirdiğimi düşünüyorum…
hatta enikonu değerlendirdiğimi düşünüyorum… birçok arkadaşımla konuştum bu
süreçte; dolaylı ya da doğrudan… okudum araştırdım… hatta doktora gittim… ama
sonunda bu kararı aldım…”
İntihar etme kararını
alıyor, peki kendini videoya çekmesi bu kararın neresinde? O da bir karar değil
mi? Üstelik bu videoyu yakınları için çekmiyor, ‘herkes’ için çekiyor. Bu
iddiamızı videoyu sadece bir paylaşım sitesinde yayınladığı için değil,
kafasında oluşturduğu ‘herkes’i muhatap aldığı için de ileri sürüyoruz.
Yukarıda sorduğumuz soruyu yineleyelim: nasıl birisidir bu ‘herkes’? Bir
dildir. Ama konuşan bir dil değil, uslu uslu dinleyen bir dil. Öyle ki varlığı
tahayyül edildi mi, konuşan kendi varlığını onun içinde kaybeder, sessiz
varlığı sessiz acıları dile gelir. Konuşmanın; kendinden söz etme hevesinin
kamuflajıdır ‘herkes’. Böyle bir kurguyla kendi kendine konuşma bir delilik
hali olmaktan çıkar. Ve biz onun yarattığı ‘herkes’ salonunda koltuklarımıza
oturduğumuzda kendimizi birden onun muhatabı olarak buluruz, ama biz
konuşamayız. Teknik olarak konuşamayız değil, bizim dilimizi de kendine
ayırdığı için konuşamayız. Burada Mehmet Pişkin’in asıl yarattığı ‘herkes’
değil, bu ‘herkes’ dolayısıyla yarattığı yeni-kendisidir. Hayatına son noktayı
koymadan önce olmak istediği, hatırlanmak istediği, herkesin huzurunda
yeni-kendisi.
Mehmet Pişkin güzel insan… Nazik…
Sigarayı bırakalı yıllar oldu, ama Mehmet Pişkin’in sigara içişini görünce
canım bir tane yakmak istedi… Sigarayla şehvet ilişkisi kuran nadir
insanlardanmış... Mr. Morgan’s Last Love filminde Michael Caine şöyle bir laf etmişti;
aklımda: “Hayatın kendisini sevmeyiz aslında…
Mekânları, hayvanları, insanları, hatıraları, yemeği, edebiyatı, müziği severiz.”
Mehmet Pişkin, sigarayı, şarabı ve Ella Fitzgerald’ı seviyormuşsun işte. Bu
yeterdi…
Bir tişört yazısıymış: ‘BİR ZAMANLAR MUTLUYDUM AMA ŞİMDİ İYİLEŞTİM…’
(1) Sözün bu kısmı arkadaşım Enis Akın'ın katkısı.
Yıl olmuş 2018, Mehmet Pişkin unutuldu, Umutlar azaldı, Mehmetler çoğaldı. Bu yazıyı okurken gerçekten üzüldüm, hem Mehmetim adına hem geçmiş adına.
YanıtlaSil