17 Temmuz 2016 Pazar

Meto'ya Veda


Arkadaşım Meto Avustralya’ya gitti.

Bu fotoğraf galiba beş yıl öncesine ait. Yaz sonu. Saçımın haline bakılırsa poyraz esiyor. Bacaklarımın arasından topunu almaya çalışan Panço artık yok, geçen yıl öldü. Panço staf cinsi. Meto yavruyken sokakta bulmuş. Sürekli top ağzında, top lime lime olana kadar. Dişlerinin arasındaki topla hem öfkesini bastırıyor, hem de  topla kafasını iki yana sallayarak daha heybetli görünüyor. Meto ona sürekli top bulurdu. Deniz kıyısında illaki kıyıya vurmuş, unutulmuş bir top. Çoğu zaman Panço denize girmemin sebebiydi, Meto topu denize fırlatıyor, ben de daha açığa fırlatarak topa doğru yüzüyordum, sonra tekrar fırlatıyordum, azgın dalgalarda, ters akıntılarda bile pes ettiğini görmedim, suyun içinde topa dişlerini geçirene kadar inatla yüzüyordu. Deli. 

Bir gün Meto, Panço’nun öldüğünü haber verdi. Yürüyorduk böyle. 

Bir yıldır eksik yürüyorduk ve daha seyrek… Meto’nun köpeklerle arası iyiydi. Sarı, Lumpen (adını ben koydum), Zeytin ve Panço hep beraber sahilin bir ucundan diğer ucuna… Sarı ve Zeytin bir gün ortadan kayboldu. Hayvan Barınağı’na gittik, yok. Başlarına ne geldiği hâlâ bir sır. Sonra Panço öldü, sonra Meto’nun babası (sonraları karıştırmış olabilirim). Meto ‘Gideceğim ya her şeyimi yitiriyorum tek tek’ dedi. O sırada fırtınadan evinin çatısı göçmüştü ve ev sahibi de evimden çık diyordu. Üstelik çok geçmeden evi başka birine sattı.

Meto dostumdu. Yol arkadaşım. Bingöllü Kürt kardeşim…

Bu fotoğrafta patika yoldan yürüyüp ardımızda Kısırkaya’yı bırakmışız Kilyos sahilinde yürüyoruz. İkimiz de insansızlığı severdik. Hayır düzelteyim, ikimiz de yürürken çevrede insan olmasından hoşlanmazdık. 

Gerçek yürüyüş... bakışa maruz kalmadan. Ayakların bedeni diğerlerinin bakışından bir an önce uzaklaştırmak için düştüğü telaşla (ayaklarla beden arasındaki kopukluk nasıl da barizleşir), kendi imgemizi unutmuş rahat halimiz arasındaki farkı bilerek.  Birileri mekânı kapmış ve sen önünden geçiyorken gerçek yürüyüş olmazdı. Mekân neden kapılan bir yer haline geliyordu her seferinde? Hiç düşündün mü Meto?.. Panço mekânı anonimleştiriyordu…

Meto iş dönüşü arardı, ‘Hocam sahilde kimse yok.’ Ne güzel, yürüyüş başlasın o zaman…

Meto Türkiye’den hep gitmek istedi… Bunun için maceralara atıldı. Bir tanesini uzun uzun anlattırdım ona. Garip bir hikâye. Harem’in tepesindeki parktan arkadaşlarıyla tır taşıyan ro ro gemilerini gözlemişler günlerce. Tam da Türkiye’yi terk etmek, yurtsuzlaşmak isterlerken farkında olmadan bulundukları o parkı yurtsamışlar. Orayı sevmişler. Hikâyenin bir yerinde bunu söyledim ona, şaşırdı, güldü… Brandasını itinayla kesip bir tırın içine girmişler gizlice, çıt yok. Ertesi gün, fark edilmişler, şoförler linç etmek için toplanmış tırın etrafını sarmışlar. Direnmişler, aşağılık güruha teslim olmamışlar. ‘Polis gelsin’ demişler. Dikkat!.. Normal bir demokratik ülkede insanlar suçluya karşı polis çağırır, burada bizzat “suçlu” polisi çağırıyor. Normal demokratik bir ülkede eziyet eden polisin elinden suçluyu almaya çalışan vicdanlı insanlar olur, burada eziyet edecek insanların elinden kurtarması için polisten medet umuyor Metolar… Hoş, polis de boş durmuyor, onlar da eziyet ediyor tabi… Yazacağım bunları Meto. Orasını burasını kurcalayarak yazacağım…

Meto için gitmek bir amaçtı. Meto Melbourne’e gitti. Aynı zamanda sevdiği kadına, Jodie’sine. Talihli adamsın Meto, darbeden bir gün önce gittin… Görüşmek üzere…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder