Turgenyev okudunuz mu? Ben okudum. Aman
ne hoş…
İlk Babalar ve Oğulları’nı okumuştum,
peşinden İlk Aşk… Araya yıllar girdi. Sanıyorum okuduğum bir biyografide
Dostoyevski’ye takındığı kibirli tutum Turgenyev’e karşı bir önyargı geliştirdi
bende. O zamanlar taraf tutmak iyiydi, seçiciliği kolaylaştırıyordu. Sonra
nedense Avcının Notları’nı okudum. Hadi nedense demeyeyim, nedenini
biliyorum. Asilzadelerin sürek
avlarında; yani onlarca köpek, serf, hizmetçilerle yaptıkları avlarda insanlık
tarihinin medeni bir dönüşümü gizliydi: avlanma artık protein ihtiyacından çok
eğlenceye evrilmişti. Öte yandan sürek avı sıkı bir organizasyon
gerektirdiğinden savaş provasıydı da. Hatırlayalım, o zamanlar yüksek subay
kesimi asilzadelerden seçiliyordu. Ve her feodal bey gücüne göre emrinde olan
köylülerden savaşa asker vermek zorundaydı… Hayır bunlar değil; beni Avcının
Notları’na çeken şey sınıfsal uzlaşmaydı. Öyle ya sürek avında serflerle
feodaller av ritüeliyle bir araya geliyorlardı. Aynı mekânı aynı duygularla
ortak bir hedef etrafında paylaşıyorlardı. Evleri ve statüleri ayrı iki sınıf
avda acaba birbirlerini daha çıplak görebiliyorlar mıydı? Hiyerarşiyi askeri
biçimde yeniden üreten av ritüelinin paradoksu buydu. Ama gözlemin “yazı”
tarafı yine asilzadelerin elindeydi tabi. Turgenyev içeriden bakabilmiş miydi?
Turgenyev giderek fakirleşmiş bir yazar.
Avrupa seyahatleri ve başıboş hayatlar (bunların arasına sürgünleri de
ekleyebiliriz). Avrupa'da yaşamak bir yönüyle o dönemin Rus asilzadelerini adım adım alt sınıfa
yaklaştıran maddi harcamalar demekti. Harcamayla hem prestij kazanmak hem de maddi kayba uğrayıp alt
sınıfa yaklaşmak tuhaf bir çelişki. Avrupa’da asilzadeliklerinden bir şey
yitirmiyorlardı; gezip görmeleriyle, anılarıyla, oralarda tanıdıkları ileri
gelenlerle, yabancı dilleriyle kendilerini onurlandırıyorlardı. Ama geniş
toprakları ve bu topraklarla sahip oldukları serfler çok uzaktaydı, Avrupa’da
tek başlarınaydılar. Rus ilericiliğinin alt sınıflarla empati kuran tarihsel
kökünü bu maddi kayıplarda aramak gerekti. Onların sınıfsal uzlaşmaları biraz
nostaljikti de.
Turgenyev’i okumaya devam ettim.
Türkçede yayımlanmış neyi varsa aldım, bulamadıklarımı sahaftan temin ettim.
Mektuplar’ını bile aldım. Meğer Turgenyev’in 6 binin üzerinde mektubu
mevcutmuş, bendeki kitapta önemli şahıslara yazılmış 236 mektup var, Türkçeye
çevrilmeyen başka bir versiyonunda 334 mektup varmış… Arefesinde, Asilzadeler
Yuvası, Rudin… onlarca külliyatı iki haftada bitirdim. Zorum neydi? Buna okuma
manyaklığı diyebiliriz. Dünyada birçok manyaklık türü arasında okuma
manyaklığının en masumu olduğunu iddia edecek değilim, ama okumuş gibi
görünenlerden ya da cüzi okuyup külli okumuş gibi görünenlerden daha halliceyim.
Allah beterinden saklasın… Ha, ne arıyordum? Aslında hiçbir şey. Kendimi roman
okumanın hazzına kaptırdım; dikkati dışarı salma, sürüklenme. Sonrası iyilik
güzellik. Okuma manyaklığı zamanla bir okuma terbiyesi de kazandırmadı değil,
külliyat halinde okuma tutkusu.
Turgenyevleri bitirince sonunda yer
yatağıma uzandım, ellerimi ensemde kenetledim, ayaklarımı yavaşça çarşafın serinliklerine
doğru kaydırdım. Isınmış ayakların serin çarşafla teması, Ah ne hazdır o…
Sonunda bir şey geldi: Turgenyev’de tanışma ritüelleri…
İnsanın birbiriyle tanışması tuhaf. İlle
aracı olacak. Ya mekân ya da biri. Ve başlangıç sözleri.
Beni tanışma ritüelinin döneme ait
özgünlüğü ilgilendiriyor.
Babalar ve Oğullar’dan başlayayım.
Romanın adı kadar meşhur kahramanı
Bazarov’u arkadaşı Arcade’in babasıyla tanıştırması. Romanın başında Arcade
arkadaşı Basarov’la köye dönüşte kendisini özlemle bekleyen babasına:
“Babacığım, sana mektuplarımda sıkça
bahsettiğim yakın dostum Basarov’u takdim edeyim. Bizim misafirimiz olmayı
kabul etti.” der. (1)
Burada dikkat etmemiz gereken şey,
Arcade’nin babasını Basarov’la tanıştırmadan önce ondan haberdar etmesi. Aynı şey
Basarov için de geçerli. Gıyabında yarı tanıma tanışmaya hazırlayan teşvik
edici bir rol oynuyor. Aracı olumlu anlamda diğerini mektuplarıyla dolduruyor. Herkes
diğerinde ne bulacağını biliyor. Önyargı tanışmanın selametle sonuçlanması için
psikolojik garanti. Misafiri taltif ederken yapılan şu inceliğe bakar
mısınız: ‘Misafirimiz olmayı kabul etti.’ Bunun tanışma ritüelinde eşitliği
bozan deplasmanda olma halini giderici bir hamle olmasını bir tarafa bırakalım
ve asıl iki kişiyi tanıştıranın varlığında gezinelim.
Turgenyev’in romanları bir tanışma
üçgeniyle ilerler. Birbirini tanıyan A ve B kişisi, diyelim B’nin A’ya
tanıştırmak istediği C kişisi. A ve B noktaları bir doğru çizerken hayali C
noktasının bir üçgen meydana getirdiğini düşünelim. İlişki kapalı alana dönüşüyor. C henüz
ortalarda yok; B için var ama A için yok. Hazır ilişki sadeyken B’ye
odaklanalım diyorum. B neden C’yi A’ya tanıştırmak ister? B, zaten C’yi tanıyor. İki kişiyi birbirinden
habersiz tanımanın mahzuru ne? Tabi soruyu böyle sormak Turgenyev’i de aşan bir
soyutlama gerektiriyor. Önce bu soyut ihtiyaca cevap vereyim, gerisi gelecek.
İnsanlar çoğullaşmak isterler. Her tanışma edimi diğerinin tanıdıklarından pay
sahibi olarak genişler. Yabancı olanla tanıdık olan arasında bitmeyen gerilim.
Yabancı, hiç tanımadığımız veya hakkında hiçbir şey bilmediğimiz, görmediğimiz
biri değildir aslında. Yabancı az tanıdığımız ve tanımak istediğimiz biridir. Meçhul
kişi… az bilginin bize yetmediği biri; onu hep “yabancı” olarak tutan eksik
bilgi yüzünden (bazen bu eksik bilgi kasıtlı olabilir, yabancının gizemini
muhafaza etmek için). Bu eksikliğin tanımanın ilk adımı olması... B, A ile C arasında köprü görevi görürken İki taraf için
de eşit bir tanıştırma ediminde bulunmaz. Bu eşitliği bilmeden kendisi
kurgular. İki taraftan biri diğerine göre daha yabancıdır. Bu kurguda avantaj
yabancıdadır. B, A’yı tanımayı C’ye aksettirirken gıyabi, tahmin edilebilir,
şahsen tanımaya uygun bir portre çizer ama diyelim C’yi A’ya tanıtırken amacı
gizem uyandırmaktır. Bu gizemi aynı zamanda okuyucunun içine düştüğü tuzak,
sürükleyicilik efsunu olarak düşünün. Burada biraz duralım, bir şeyi iyi açıklamam lazım.
Tanıştırma ediminde eşitsizlikten söz ettim ya, aklımıza hemen A ile C
arasındaki eşitsizlik gelmesin. Bu daha çok B’nin A ve C ile olan senlibenliliği
arasındaki dengesizlikten kaynaklı bir parçalanma. C ötede olan A ise yakında
olandır.
Romanın kısa bir bölümünde Bazarov’un
hayranı Sitnikov diye birinin adı geçer. Silik, dikkat çekmeyen biridir ama
roman bu adamın yüzü suyu hürmetine akar. Onun yakın arkadaşlarına tanıştıracağı
tanıdık stokundan besleniriz. Bilirsiniz böyle kişiler bir ilişki merkezi gibi
işler, bir dağıtım şebekesi gibi. Tanıdıklarını arşivlerler. İşte Bazarov
sonradan âşık olacağı Madam Odintsov’la bu Sitnikov sayesinde tanışır. Bazarov
ballı adamdır. Sevdiği kadının karşısında iki kez ön tanıtımdan geçer. Hem
Sitnikov, hem de arkadaşı Arcade tarafından. Gittikleri baloda Madam
Odintsov’la tanışır ama ayaküstü, gelişigüzel bir tanışmadır bu. Madam Odintsov
daha çok Arcade ile konuşur. Bir ara ona uzakta dikilen Bazarov’u sorar.
“ ‘Bay Sitnikov (çöpçatan) sizi yanıma
getirdiğinde yanınızda duran bey kimdi?’
“Arcade dostunu anlatmaya koyuldu. Ondan
öyle detaylı ve coşkulu bahsediyordu ki, Madam Odintsov yüzünü ona dönüp
dikkatle dinledi.”(2)
Turgenyev sonradan bizde bu gıyabında
tanıma ile yüzleşerek tanıma arasında bir ikilem yaratır.
Benzer bir tanışma ritüeli için Rudin’e
bakalım. Rivayet odur ki Turgenyev Rudin’i bizzat tanıdığı ve etkilendiği
Bakunin’den esinlenerek yazmış. Roman bize baştan birkaç kişiyi tanıtır. Sonra
onların ‘Baron’ diye birinden söz ettiklerini duyarız. Herkesin merakla
beklediği bu Baron filozoftur, çok zekidir. Ama ‘Baron yerine Rudin gelir.
Rudin de Baron’a yapılan övgülerin müvekkiliymiş gibi davranır. Belki de
Turgenyev’in Bakunin’den aldığı bir intikam bu, bilemeyiz. Ama bu ön tanıma
sonrası hayal kırıklığı asıl aşkta kendini gösterir. Hiç de tanıdığımız gibi
biri değilmiş diyeceğimiz bir hayal kırıklığından söz etmiyorum, aksine hayal
kırıklığına uğradıkça zenginleşen ve değişimini merakla takip ettiğimiz
karakterler yaratmış Turgenyev.
Arefesinde romanında Bulgar milliyetçisi
İnsarov, romanın kahramanlarından Bersenev’in arkadaşı Şubin’e tanıştırmak
istediği kişidir. Bu tanışmayla aşk ilişkileri de çetrefilleşir. Aşk sanki bu
uzakta olanın tanışma ritüeliyle içeriye sızmasını bekler.
Ya Duman’da?
“Bambayev, Litvinov’u çok iyi döşenmiş,
aydınlık bir salonun orta yerinde ayakta duran, büyük çiftlik sahibine
benzeyen, yakası açık, dar ve kısa ceketli, sabah pantolonlu, terlikli, kısa
boylu birinin yanına getirdiğinde yüksek sesle şöyle dedi:
“ ‘Gerçek bir Rus, güvenilir bir genç
olan Grigori Litvinov’u sizinle tanıştırmak isterim.’” (3)
Bambayev her zaman meteliksiz, aldığı
borçlarla yaşayan, geri ödemeyen ortalarda amaçsızca dolaşan biridir. Turgenyev
bize onu böyle tanıtır ama… izninizle tam da burada bir ayrım yapmak istiyorum:
Turgenyev bize karakterlerini kendi tanıtırken, karakterlerin tanışma faslında
sahneyi bu lüzumsuz adamların çöpçatanlığına terk eder. Yani bu adamlar hayatta
lüzumsuzdurlar belki ama, roman için son derece gereklidirler.
Ya Ham Topraklar’da… Yeter. Sonra devam ederim…
Biraz müzik.
(1) Turgenyev,
Babalar ve Oğullar, s.9, Çev. Nilgün Temren, Boyut Kitapları, İst.
(2) Age s.95
(3) Turgenyev,
Duman, s. 14 Çev. Ergin Altay, İş Bankası yay. İst. 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder