-Öğretmenim silgim kayboldu.
-Sıranın gözüne bak, yerlere bak… belki
arkadaşının çantasına karışmıştır.
-Baktım öğretmenim. Yok!.. ha ağladı ha ağlayacak.
-Bir yerden çıkar.
Çıkar mı gerçekten? Belki bir iki tanesi,
müstahdemler sınıfı süpürürken sıralar yerlerinden oynamışken duvar diplerinde.
Ama genellikle kayboluyor. O zaman soralım, nasıl oluyor bu? Karşımızda gizemli
bir nesne var.
Silgi; olmazsa olmaz, öğrencinin
demirbaşı. Ama en çok kaybedilen şey. Toplu iğne değil ki bu, apalak bir şey.
Nasıl kaybolur?
Okullar açılınca ihtiyaç listesinin
başında. En alta eskisi olanlar yenisini almasınlar gibi bir not düşülmesine
rağmen silginin illaki yenisi alınır. Çünkü eskisi kalmamıştır. Kaybolması,
silgiyle kurulan sahiplik ilişkisini baştan bozuyor. Bir veli kırtasiyeden
satın aldığı silgiyi ışığa tutup ona son kez baktığının bilincine varabilir.
Hakkını verelim, ilk silgi İngiliz Edward
Naime tarafından 1770 yılında yapılmış. Ben de yeni öğrendim ondan önce silgi
yerine ekmek kullanılıyormuş. Silginin hüneri şurada: Kauçuk (kaliteli bir
silginin hammaddesi) ve grafit (kurşunkalem ucu) arasındaki yapışma kuvveti
grafitin kâğıt üzerine nüfuz etme gücünden daha fazla. Ama silginin en zayıf
noktası da bu; silerken kendini aşındırıyor. Cepten yiyor yani.
Silgiyi kâğıtla daha ilk temasında ikinci
el sayabiliriz. Eskisinin gösteriş açısından yeni alınmış silgi karşısında hiç şansı
yok. Ama asıl dikkat çekmek istediğim öğrencilerin silgiyle kurdukları tensel bağ. Silginin
elastikiyeti, soğuk etimsi yapısı sanki ikinci bir tene dokunuyormuş hissi
veriyor; mıncıklanıyor, çimdikleniyor. Sırf elde tutmak bile kendiliğinden asli
işlevini unutturuyor, bir oyuncak oluyor. Parmakların sürtmesiyle derisi
yüzülüyor; kirlerin ezilmesi gibi, masanın üzerine dökülen kırıntıları hayal
edin. Bazı öğrenciler bir tür koleksiyoner; bu renk renk kırıntıları küçük
kutuların içinde biriktirdiklerine tanık oldum. Bir de silginin sık sık yere düşmesi... başına
buyruk bir nesne, öte beri zıp zıp zıplıyor. Eğer öğrenci düştüğünün o an
farkına varırsa şanslı. Eğer sonradan farkına varırsa arama faslı başlıyor.
Eğilip bükülüyor. Sanki esnekliğinin
limiti deneniyormuş gibi iyice. Bu sırada silginin sırtında açılan ufak bir
kertik bütünlüğünü gözden çıkarmaya yetiyor. Kertik büyüyor büyüyor ve
son bir esnetmeyle ikiye ayrılıyor. Bir silgi gitti şimdi yerine geldi iki
silgi. Bu ikinci silgiyi kaybolma sigortası gibi düşünebilirdik. Stepne silgi.
Ama öyle olmuyor; ikisi birden kayboluyor… Acaba tersine, silginin kaybolduğunu söylemek onun gözden çıkarılmasının sigortası mı? Bize kanıt gerek.
Silgi ikame bir nesne. Can sıkıntısının
nesnesi, oyunun. Daha da ötesi, öfkenin ve bir şeylerin hıncını almanın. Bazı
çocuklarda oral dönem kalıntısı.
Daha ilginci şu: Azar işiten, utandırılan
çocuklarda gözlemledim, silginin başına ne geliyorsa o sırada geliyor. Bu
çocukların elinde çürüğe çıkmış silginin kaybolma sürecini hızlandırdığı kesin.
Ufak parçalara bölüp arkadaşlarının kafasına atan öğrenciler kaybolan
silgilerin de faili. Bir silgi bulan öğrenci bunu sahibine vermiyor. Bunda
silgilerin birbirine benzemesinin payı da vardır elbette ama burada fazla
silginin öğrenci nezdinde psikolojik kurban adayı olması önemli.
“Kaybolma” tüm bu silgi zayiatını aklayan
bir sözcük.
Bazı çocuklar silgisini canı sıkılan bu
çocukların bulmasıyla kaybediyorlar. Aramaktan vazgeçmesinler.
Belki de silginin asıl sorunu bu:
öğrenciler yukarıda sözünü ettiğim zaaflarından ötürü ondan çabuk
vazgeçiyorlar.
Bir uzlaşı sözcüğü olarak
kaybetmek...
Çocuklara nesnelerin kaybolmayacağını
öğretmek gerek. Çocukları unutkanlıklarının sonuçlarıyla baş başa bırakmak,
eylemlerinden sorumlu olduklarını söylemek, aramanın bir külfet olduğunu ve bu
külfeti çocuğa tattırmak vb bunların hepsi bir çözüm olarak ileri sürülebilir.
Ben başka bir şey önereceğim: Silgiyi ilkokulda toptan kaldırmak.
Hatayı silen bir nesnenin yokluğunda daha
az hata yapacağımız bilgisiyle. Tıpkı evinin yedek anahtarını komşusuna
vermeyenlerin daha az unutkan olacağı gibi...
Not: Kaybolmasın diye çocukların boynuna
silgiyi kolye gibi asan sayın veliler, yapmayın bunu, çok onur kırıcı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder