20 Kasım 2019 Çarşamba

Bir Yakınlaşma Biçimi




Ziverbey Köşkü’nde 12 Mart sorgulamalarına katılan Mehmet Eymür, A.S. adında ilginç bir devrimciden söz eder. “İlginç” tabiri Mehmet Eymür’e ait; bence de ilginç ama Mehmet Eymür’ün anlattığı bağlamdan daha derin biçimde. Sorgulama, o hengâmenin dışında belki M. Eymür’ün de hâlâ farkında olmadığı başka bir ilişkiye vardığı için. Tabi benimkisi M. Eymür’ün yazısına dayanan analizin analizi olacak.

M. Eymür’ün Analiz kitabını okuyorum. Bir de oradan yakalım dedik.

Mahir Çayanların Maltepe Cezaevi’nden kaçışından sonra İstanbul’da gözaltı furyası başlıyor. A.S. de gözaltına alınanlar arasında. A.S. sorgulama sırasında hiç konuşmuyor. Sorgulama sözcüğünü M. Eymür kullanıyor, biz bunu işkence diye çevirelim. A.S.’nin konuşmaması M. Eymür’ün ilgisini çekiyor ve onu başka bir sorgu odasına alıyor. Ona kendisi konuşmasa bile birçok kişiden alınan bilgilerin birbirini tamamladığını, mantıksız bir davranış içinde olmaması gerektiğini söylüyor.  Onca işkencede ağzını bıçak açmayan A.S. birden çözülüyor.

“Tabi bana hemen her şeyi anlatmadı. Benim bilgi derecemi ölçüp ona göre cevaplar veriyordu.”



Buradaki çözülmeyi kötü polis iyi polis rolünü anlayamamış birinin saflığı olarak düşünmeyelim. Bu biraz psikanalizde analistle analizanın aktarım ve karşı aktarım hali. A.S. işkence sırasında birçok arkadaşının kendisi gibi dirençli olmadığını görüyor, içinde yer aldığı hareketin çok güç kaybettiğini, giderek yenildiğini de. Direncini sağlayan şey kendi kişisel onuru. Suskunluğu işkence sırasında yediği küfür ve hakaretlere karşı tepki; inatçılığı bundan,  örgütle ilgili sırları korumak ikinci planda. Ama M. Eymür’le baş başa kalınca sıralamada ilk harekete geçen, psikanaliz seansının tam tersi, önce karşı aktarım (M. Eymür)  gerçekleşiyor. M. Eymür’ün giziliden gizliye ona duyduğu şey saygı, belki de kıskançlık; onu yenmek istemesi ikinci planda.

“Yaptığı işleri tasvip etmemekle birlikte A.S.’ye sempati duyuyordum.”





Öyle ya, sakladığın şey değil, bu ağzı sıkılığın, bu metanetin sırrı ne? Yani örgütün sırları bir tarafa, kendi sırrın ne? İşte M. Eymür'ün bu meraklı dinleme hali, A.S.’yi çözüyor. İşlerin iyi gitmediğini sadece ülkesinde değil, kendi örgütünde de iyi gitmediğini gören ve bunları şimdiye kadar bir başkasına anlatamayan birinin gerçek umutsuzluğu kriz anında boşalıyor. Umutsuzluk, gerginlik, yalnızlık ve kendini aşağılama birden bir kriz anına dönüşürse bundan şunu anlamalıyız: İnsanın bu kriz anına tanık olacak kişiyi seçmesiyle krizin kendisi (iç dökme, birden boşalma) özdeşleşir. İtirafın aynı zamanda sırdaşını seçmesi gibi. Ama kriz anında gelen iç dökmeyle itiraf arasında önemli bir fark var yine de. İç dökmede sözcükler nidanın peşi sıra boyutlanır, beden dili ve sözcüklerin kişiye özgü ses karakteri sahicidir. İçe bastırma, drenaj kapağının kapalı olmasından ötürü çeperlere baskı yapan öz denetimli enerjiyi ifade etmez burada. Biri diğerini öncelemez. İçe atarken biriken şey sözcükler değildir çünkü. Sözcükler boşalmayla gelir: önce yola çık kervan yolda düzülür mantığıyla. İyi ama insan neden yoldaşının yanında değil de düşman safta yer alan birinin yanında yapar bunu? Bence her iki taraf da birbiri karşısında asıl misyonlarını askıya aldıkları için. Tabi bundan nihayetinde Mehmet Eymür kazançlı çıkıyor ama iki kişi arasında oluşan bu eğreti mahremiyet iki tarafı da bağlayan kendi psikolojik gerçekliğini yaratıyor.

“Bir kez (sorgulama sırasında) ikimiz araba ile dolaşmaya çıktık. Arabayı ben kullanıyor, o da yanımda oturuyordu. Şimdiki aklımla böyle bir riski göze alabileceğimi zannetmiyor(d)um.”

Kazançlı ve zararlı çıkmayı absürt kılan yakınlık. İşte diğer bütün dünyayı absürt kılan bu gerçekliğin edebi değerinin farkında değil M. Eymür. Güya bunu empatiyle kurmaya çalışıyor:

“Öğrencilik yıllarında, arkadaşlık duygusu ile masumane yürüyüşlere katılıp birkaç polis copu yedikten sonra kendimi olayların ortasında bulmam pekâlâ mümkündü.”

Oysa A.S.’ye karşı duyduğu empatiyi aslında kendine karşı duyduklarını gizlemenin bir yolu olarak anlatıyor. A.S.’nin ve diğer devrimcilerin naifliğinin farkında. Ama sanki tek taraflı farkında, yani diğerini naif gören (naifliği diğerine yakıştırmasının altında yatan dürtü kendini bağışlayan olarak yetkili kılmak, kendini böylelikle üstün görmek) M. Eymür bir adım daha atsa kendini de naif görecek. Ama yapmıyor, kötülük sanki hep öte tarafta bir yerdeymiş gibi ve kendisi de bunun farkında olanların tarafındaymış gibi davranıyor:

“Nerede tezgâhlandığı belli olmayan büyük oyunlar içinde, kendilerinin de büyük olduğunu zannederek kullanılan zavallı küçük insanlar…”


A.S. birçok yoldaşının yerini ihbar ediyor, hatta evin içini gösteren krokiler çiziyor. Bunu da arkadaşlarının çatışma çıkıp ölmemesi için yapıyor. Gerçekten de fiilen yaptığı bu. M. Eymür’ün söylediğine göre birçok devrimci, çatışmada ölmekten A.S.’nin ayrıntı vermesi sayesinde kurtuluyor, sağ salim yakalanıyor. 


Ama A.S. suçluluk da duyuyor:

“Benden başka adam yok mu? Hep bana söyletiyorsunuz. Beni hain haline getirdiniz.”

Buna karşı M. Eymür’ün aşağıda söyledikleri çok tuhaf, çok samimi, çok ironik ve çok naif. İçinde özlem de var. Hepsi bir arada, işin içinden çıkamadım. Buyrun:

“Bugün hayatta olan birçok insan yaşamlarını A.S.’nin bu zoraki hainliğine borçludurlar. İnşallah onunla ilgili bu samimi ifadelerim ona hak etmediği yakıştırmalar yapmazlar. Aradan geçen bunca zamandan sonra onun o tarihlerde arzuladığı gibi yurdun bir köşesindeki bakkal dükkanında sakin ve mutlu bir hayat geçiriyor olmasını temenni ederim.” (Dil yanlışlarına karışmıyorum)



Bana tarih nedir diye sorarsanız zamanı ne kadar eskiye götürdüğüne bağlı olarak insanı naif görme bakışıdır derim. Edebiyat nedir diye sorarsanız insanı tam da şimdiki zamanda naif görme sanatıdır derim.




2 yorum: