Ziverbey Köşkü’nde 12 Mart sorgulamalarına katılan Mehmet
Eymür, A.S. adında ilginç bir devrimciden söz eder. “İlginç” tabiri Mehmet
Eymür’e ait; bence de ilginç ama Mehmet Eymür’ün anlattığı bağlamdan daha derin
biçimde. Sorgulama, o hengâmenin dışında belki M. Eymür’ün de hâlâ farkında
olmadığı başka bir ilişkiye vardığı için. Tabi benimkisi M. Eymür’ün yazısına
dayanan analizin analizi olacak.
M. Eymür’ün Analiz kitabını okuyorum. Bir de oradan yakalım
dedik.
Mahir Çayanların Maltepe Cezaevi’nden kaçışından sonra
İstanbul’da gözaltı furyası başlıyor. A.S. de gözaltına alınanlar arasında.
A.S. sorgulama sırasında hiç konuşmuyor. Sorgulama sözcüğünü M. Eymür
kullanıyor, biz bunu işkence diye çevirelim. A.S.’nin konuşmaması M. Eymür’ün
ilgisini çekiyor ve onu başka bir sorgu odasına alıyor. Ona kendisi konuşmasa
bile birçok kişiden alınan bilgilerin birbirini tamamladığını, mantıksız bir
davranış içinde olmaması gerektiğini söylüyor. Onca işkencede ağzını bıçak açmayan A.S.
birden çözülüyor.
“Tabi bana hemen her şeyi anlatmadı. Benim bilgi derecemi
ölçüp ona göre cevaplar veriyordu.”
Buradaki çözülmeyi kötü polis iyi polis rolünü anlayamamış
birinin saflığı olarak düşünmeyelim. Bu biraz psikanalizde analistle analizanın
aktarım ve karşı aktarım hali. A.S. işkence sırasında birçok arkadaşının
kendisi gibi dirençli olmadığını görüyor, içinde yer aldığı hareketin çok güç
kaybettiğini, giderek yenildiğini de. Direncini sağlayan şey kendi kişisel
onuru. Suskunluğu işkence sırasında yediği küfür ve hakaretlere karşı tepki;
inatçılığı bundan, örgütle ilgili
sırları korumak ikinci planda. Ama M. Eymür’le baş başa kalınca sıralamada ilk
harekete geçen, psikanaliz seansının tam tersi, önce karşı aktarım (M. Eymür) gerçekleşiyor. M. Eymür’ün giziliden gizliye ona
duyduğu şey saygı, belki de kıskançlık; onu yenmek istemesi ikinci planda.
“Yaptığı işleri tasvip etmemekle birlikte A.S.’ye sempati
duyuyordum.”
Öyle ya, sakladığın şey değil, bu ağzı sıkılığın, bu metanetin
sırrı ne? Yani örgütün sırları bir tarafa, kendi sırrın ne? İşte M. Eymür'ün bu meraklı dinleme
hali, A.S.’yi çözüyor. İşlerin iyi gitmediğini sadece ülkesinde değil, kendi
örgütünde de iyi gitmediğini gören ve bunları şimdiye kadar bir başkasına anlatamayan birinin
gerçek umutsuzluğu kriz anında boşalıyor. Umutsuzluk, gerginlik, yalnızlık ve
kendini aşağılama birden bir kriz anına dönüşürse bundan şunu anlamalıyız:
İnsanın bu kriz anına tanık olacak kişiyi seçmesiyle krizin kendisi (iç dökme,
birden boşalma) özdeşleşir. İtirafın aynı zamanda sırdaşını seçmesi gibi. Ama
kriz anında gelen iç dökmeyle itiraf arasında önemli bir fark var yine de. İç
dökmede sözcükler nidanın peşi sıra boyutlanır, beden dili ve sözcüklerin
kişiye özgü ses karakteri sahicidir. İçe bastırma, drenaj kapağının kapalı
olmasından ötürü çeperlere baskı yapan öz denetimli enerjiyi ifade etmez
burada. Biri diğerini öncelemez. İçe atarken biriken şey sözcükler değildir
çünkü. Sözcükler boşalmayla gelir: önce yola çık kervan yolda düzülür
mantığıyla. İyi ama insan neden yoldaşının yanında değil de düşman safta yer
alan birinin yanında yapar bunu? Bence her iki taraf da birbiri karşısında asıl
misyonlarını askıya aldıkları için. Tabi bundan nihayetinde Mehmet Eymür
kazançlı çıkıyor ama iki kişi arasında oluşan bu eğreti mahremiyet iki tarafı
da bağlayan kendi psikolojik gerçekliğini yaratıyor.
“Bir kez (sorgulama sırasında) ikimiz araba ile dolaşmaya
çıktık. Arabayı ben kullanıyor, o da yanımda oturuyordu. Şimdiki aklımla böyle
bir riski göze alabileceğimi zannetmiyor(d)um.”
Kazançlı ve zararlı çıkmayı absürt kılan yakınlık. İşte
diğer bütün dünyayı absürt kılan bu gerçekliğin edebi değerinin farkında değil
M. Eymür. Güya bunu empatiyle kurmaya çalışıyor:
“Öğrencilik yıllarında, arkadaşlık duygusu ile masumane
yürüyüşlere katılıp birkaç polis copu yedikten sonra kendimi olayların
ortasında bulmam pekâlâ mümkündü.”
Oysa A.S.’ye karşı duyduğu empatiyi aslında kendine karşı
duyduklarını gizlemenin bir yolu olarak anlatıyor. A.S.’nin ve diğer
devrimcilerin naifliğinin farkında. Ama sanki tek taraflı farkında, yani
diğerini naif gören (naifliği diğerine yakıştırmasının altında yatan dürtü kendini
bağışlayan olarak yetkili kılmak, kendini böylelikle üstün görmek) M. Eymür bir adım
daha atsa kendini de naif görecek. Ama yapmıyor, kötülük sanki hep öte tarafta
bir yerdeymiş gibi ve kendisi de bunun farkında olanların tarafındaymış gibi
davranıyor:
“Nerede tezgâhlandığı belli olmayan büyük oyunlar içinde,
kendilerinin de büyük olduğunu zannederek kullanılan zavallı küçük insanlar…”
A.S. birçok yoldaşının yerini ihbar ediyor, hatta evin içini
gösteren krokiler çiziyor. Bunu da arkadaşlarının çatışma çıkıp ölmemesi için
yapıyor. Gerçekten de fiilen yaptığı bu. M. Eymür’ün söylediğine göre birçok
devrimci, çatışmada ölmekten A.S.’nin ayrıntı vermesi sayesinde kurtuluyor, sağ salim
yakalanıyor.
Ama A.S. suçluluk da duyuyor:
“Benden başka adam yok mu? Hep bana söyletiyorsunuz. Beni
hain haline getirdiniz.”
Buna karşı M. Eymür’ün aşağıda söyledikleri çok tuhaf, çok
samimi, çok ironik ve çok naif. İçinde özlem de var. Hepsi bir arada, işin
içinden çıkamadım. Buyrun:
“Bugün hayatta olan birçok insan yaşamlarını A.S.’nin bu
zoraki hainliğine borçludurlar. İnşallah onunla ilgili bu samimi ifadelerim ona
hak etmediği yakıştırmalar yapmazlar. Aradan geçen bunca zamandan sonra onun o
tarihlerde arzuladığı gibi yurdun bir köşesindeki bakkal dükkanında sakin ve
mutlu bir hayat geçiriyor olmasını temenni ederim.” (Dil yanlışlarına
karışmıyorum)
Bana tarih nedir diye sorarsanız zamanı ne kadar eskiye
götürdüğüne bağlı olarak insanı naif görme bakışıdır derim. Edebiyat nedir diye
sorarsanız insanı tam da şimdiki zamanda naif görme sanatıdır derim.
Yine çok güzel, çok özel...
YanıtlaSilSağ olasın sevgili arkadaşım.
Teşekkür ederim. Sevgiler.
YanıtlaSil