Kendini bıyıkla ifade eden başka
bir toplum var mı bilmiyorum.
Hitler’in badem bıyığı vardı ama Nazilerin badem bıyıkları yoktu. Bizde ise Nazi iktidarı döneminde mebzul miktarda Hitler bıyıklı adamlar türedi.
Hitler’in badem bıyığı vardı ama Nazilerin badem bıyıkları yoktu. Bizde ise Nazi iktidarı döneminde mebzul miktarda Hitler bıyıklı adamlar türedi.
Badem bıyığın bu toplumla bağdaşık
antropolojik bir gerekçesi olmalı.. tabi faşist bıyığın ve solcu Stalin
bıyığının da…
Aidiyet!.. Kendini olumlama,
özenme falan değil..
Söylemek istediğim bıyığın Türkiye
toplumuna özgü bir davranış normuna dönüşmesi, bir aidiyet hüviyeti taşıması.
Batı’da böyle değil. Mesela aynı çağda yaşayan ve birbirine hasım olan
Şarlo’nun ve Hitler’in bıyık biçimleri aynı. Almanlar buna ‘Zweifingerbart’
diyor. Türkçe’ye motomot 'iki parmak bıyığı' diye çevrilebilir (dincilerin badem
bıyığıyla karışmasın diye). Ama bu bıyık Türkiye’ye Şarlo hayranlığıyla değil,
Hitler hayranlığıyla yansıyor. Yani Almanya’da Hitler’in yüzünün tanıdık bir
işareti olan bu bıyık Türkiye’ye ithalinde politik bir aidiyet göstergesi
oluyor.
Badem bıyık sanıyorum Diyanet’in
icat ettiği bir tipoloji. Köyden kente göç etmiş, ama bir kuşaktır kentte
yaşayan imamları ve müftüleri aşina kılan bir bıyık çeşidi. Kılık Kıyafet Yönetmeliğine uyma zorunluluğu ve bürokratik
din adamlarının protokol sevdaları böyle bir tipolojiyi zorlamış olabilir: Ne
Batılı gibi bıyıksızlık ne de erkeksiliği vurgulayan cinsel çağrışım.. terbiye
edilmiş, yontulmuş itaatkâr bir bıyık.
Kılık kıyafet yönetmeliğine uygun
Müslüman tipolojisi sanıyorum Necmettin Erbakan’la meşrulaştı ve yaygınlaştı.
Tıknaz, etli bir beden, varlığını belki de büzülmeyle doğruladığı için omza
gömülü kısa, kalın bir boyun, ince dudaklarının çeperinden aşmasına ve uzamasına izin
verilmeyen badem bıyık, ablak surat…
Bu tipolojide semirmiş ve haline
şükreden garip bir itaat telkini var. Kendini riske etmeyen, kelimenin düz
anlamıyla koşturmayan, bütün estetik sporları bedenine haram sayan, telâşa
kapılmayan, kendini ancak kalabalıkla adam yerine koyan, kocaman poposunu yerleştirecek bir koltuk kenarı bulduğunda dikte edilen her şeyi makûl karşılayan bir beden.
Bedenin sıradanlığı yerellik
içinde şekillenir. Göze batmayan bedendir bu. Ama bir bedenin göze batmaması
için diğerleriyle benzer olması gerekir. Benzerlik taklit edeceği bir emsal
üzerinden kurulur. Ve dahası aykırı olana karşı hassasiyet üzerinden. Diyanet
tipolojisi köyden kente göçün yarattığı uzlaşmacı bir bedendir. Köy- kent sentezi
olduğu gibi Türk-İslâm sentezidir de: kazma sallayan, eğilip doğrulan, yük
taşıyan ama yanlara dönüş yaparken belini esnetmeyen; çalışan köy bedeninin
kalıbını miras alarak; belki çok çok mevsimlik, ya da hayatının gençlik
döneminde çalışmış, ondan sonra hantallaşmış bir beden. Köyden kopuşun
göstergesi olarak aynaya bakmaya ve tıraş olmaya bol vakit ayıran bir tipoloji.
Bu tipolojinin göç göstergesi
olarak iki önemli tezahüründen söz edilebilir. Köyden kente göç, kasabadan
kente göç. Bu yeni tip geride bırakılanlarla, elde edilenler arasında bir yerde kuruluyor.
Bıyık bedenin erkeksi bir
çıkıntısıysa, tamam bıyığın bedenin erkeksiliğini abartmak gibi bir işlevi var;
ama uzayınca asiliği çağrıştıran bir çıkıntı da.. badem bıyıkta sanki
hem erkeklik törpülenmiş, hem asilik ıslah edilmiş gibi. Badem bıyık, bıyıkla oynamanın cinsel mesajlarını da ortadan kaldırıyor (tüyler parmak ucuna gelecek uzunlukta değildir).
Bir toplum iletişimini simgesel
anlamlarla, nesneye yüklenen çiftanlamlarla yürütüyorsa, orada sözün gerçek
anlamlarının pek geçerli olmadığını söyleyebiliriz.
İnsanın sakallı oluşuyla sakal bırakması arasında kırılma noktası oluşturacak bir dönem varsayabiliriz. Mübarek sakal sen bir şey yapmasan da uzayıveriyor. İlkel çağda erkek-insanı sakallı gösteren resimleri ve filmleri hemen benimsememiz ne kadar da normaldir: Elinde taştan bir alet, eğreti giydiği bir hayvan postu ve ille de uzun sakalı. Ama kesici madeni aletlerin yapılmasıyla sakal da kesilebilir hale geldiği için, sakallı ve sakalsız olmak da yüzün göstergeleri haline gelir. Oysa göstergebilimin bir disiplin olmasına; yani yirminci yüzyıla daha binlerce yıl vardır…
İlgilendiğim şey sakalın, bıyığın göstergelerini çözümlemek değil; Türkçede olmasa da eminim Batı’da konuyla ilgili birçok çalışma vardır. Benim ilgilendiğim Türkiye’de ya da Ortadoğu’nun Müslüman toplumlarında bıyığın-sakalın nasıl olup da bir aidiyet göstergesine dönüştüğü. Mesela Hz İsa’nın çarmıhtaki bilinen zayıf, sakallı, uzun saçlı sembolik resmi Batılı Hıristiyanlar için bir emsal olmamıştır. Rahipler, papazlar vb son derece besili, giysileri farklı, sakalsız insanlardır. Hitler’in badem bıyığı da Naziler için bir prototip haline gelmemiştir. Belki de o tekliği, o emsalsizliği korumak için kimse buna yeltenememiştir. Giysilerin, renklerin değil ama yüzün bir aidiyet göstergesi haline gelmesi için tuhaf bir süreç işlemiş olmalı. Yüzündeki kılları bir işaret haline getiriyorsun ve bu senin nereye ait olduğunu gösteriyor. Saçma!.. Ama bu saçmalığın fark edilmemesi için insanların rasyonel bir nedeni çok önceden sahiplenmiş olmalarını kabul etmemiz gerekir. Bir Müslüman sakal bırakmasını sünnetle açıklayabilir. Ama sünnetin bir takım ellerde emanet haline gelmesi peygamberin ölümünden nerdeyse 200 yıl sonrasına dayanır. Yani peygamberin sözlerinin ve görüntüsünün aktarılageldiği gibi orijinal olmasının hiçbir garantisi yok. Burada tarih kendisini; geleceği geçmiş üzerinde bularak kurar. Çünkü Doğulu toplumlar için tipoloji kütleselliğin en temel göstergesidir. Müslümanlar bunu en masrafsız yolla yaparlar: Sakalla… Müslüman, sakal bırakmasının antropolojik nedenini unutur ama döngüsel nedenini sürekli aklında tutar. Oysa sakal heybetli olmanın, zaman bulamamanın, düzene, disipline gelmemenin, bakımsızlığın vb ayrı ayrı ifadesi olabilir. Ama Müslüman sakalı denilen şey bir kütleselliğin ifadesidir. Zamanla bakımsız görünümden ayırt edilmesi için çember sakal haline geldi. Ama muhalefete geçince ( Aczmendiler gibi) Allah ne verdiyse uzatıyorlar. Çünkü sakalın el değmemiş hali evrensel protestonun kadim bir aracıdır. Ama yine de Müslüman Çeçen gerillasının çirkin sakalı ile Che Guevara’nın sakalı arasında DNA farkı vardır: Müslümanın sakalı içindeki sürü güdüsünü gizler, sakalı yüzünün kütlesel tesettürüdür (yüzün maskesi olarak sakal); Che Guevara’da sakal yüzün kendisidir.
Marx’ta da sakal yüzünün kendisidir. Kimse Marx’ın sakalsız gençlik fotoğrafını duvarına asmaz. Filozof dediğin sakallı olur. Yaşayan bizlerin Marx’ı bu görünümüyle idol yapmamızla, Marx’ın kendi tipini sakalla belirlemesi iki ayrı niyettir (veya dürtüdür). Marx 1882 yılında Cezayir’e gider(ölümünden bir yıl önce; acaba köklerini bulmak için mi?) ve orada Cezayirli bir berbere tıraş olmadan önce, sakallı haliyle son bir fotoğraf çektirir. Bu fotoğraf bize ulaşan son görünümüdür. Engels’e yazdığı mektupta şöyle diyor: “Peygamber sakalımdan ve taçlandıran şânımdan kurtulmaya karar verdim.” Ya saçını sakalını kestirdikten sonra da bir fotoğraf çektirseydi, bu fotoğrafını duvarımıza asar mıydık?..
Türkiye solcularının ‘Stalin bıyığı’ sanıyorum sağcıların yakıştırması. Ama solcular da bunu benimsedi. Bıyık hatırına Stalin hâlâ, Türk/Kürt solcularının gözdesidir.. ortada en ılımlı haliyle bizim kötümüz durumu vardır… Bıyık üst dudağı kapatır, kılık kıyafet yönetmeliğine uymayan, berber görmemiş bıyıktır bu. Yani çıkış noktası protestoya dayanıyor. Ama bir aidiyet göstergesi olunca ilk nedenini unutuyor, solculuğun işareti haline geliyor. çaba sarfetmeden bıyıkla bir olgu haline geliyorsun. Mesela Mahir Çayan’ın bıyıksız fotoğrafları da vardır ama simgesel fotoğrafı bıyıklıdır…
Dinci badem bıyık ise iktidarla kültürlenmiş iktidardan pay alan bir evrime sahiptir. İktidarın bıyığı. Dinciliğin Diyanet aracılığıyla kontrolü artık toplumun bıyık aracılığıyla kontrolü gibi kestirme bir sürece girdi. Bıyık işte…
Sonsöz: Aslında sonsöz değil de başka bir yazıya başlangıç olabilir. Kasabalarda, köylerde ‘pala’ lâkaplı birilerini bulursunuz. İlle olur. Bıyıklılar arasından sıyrılan bıyığın dominant hali (pala aynı zamanda kısa bir kılıç çeşididir). Benzerlerine fark atan, öne çıkan. Bu aşırı erkeksilik orta yaş civarında başlar, ihtiyarlığa kadar devam eder. 'Pala' sanki bir şeyleri gizler. Toplum 'pala'yı hafif alaysılıkla kabul eder. Adlandırma sağlar bunu…
İnsanın sakallı oluşuyla sakal bırakması arasında kırılma noktası oluşturacak bir dönem varsayabiliriz. Mübarek sakal sen bir şey yapmasan da uzayıveriyor. İlkel çağda erkek-insanı sakallı gösteren resimleri ve filmleri hemen benimsememiz ne kadar da normaldir: Elinde taştan bir alet, eğreti giydiği bir hayvan postu ve ille de uzun sakalı. Ama kesici madeni aletlerin yapılmasıyla sakal da kesilebilir hale geldiği için, sakallı ve sakalsız olmak da yüzün göstergeleri haline gelir. Oysa göstergebilimin bir disiplin olmasına; yani yirminci yüzyıla daha binlerce yıl vardır…
İlgilendiğim şey sakalın, bıyığın göstergelerini çözümlemek değil; Türkçede olmasa da eminim Batı’da konuyla ilgili birçok çalışma vardır. Benim ilgilendiğim Türkiye’de ya da Ortadoğu’nun Müslüman toplumlarında bıyığın-sakalın nasıl olup da bir aidiyet göstergesine dönüştüğü. Mesela Hz İsa’nın çarmıhtaki bilinen zayıf, sakallı, uzun saçlı sembolik resmi Batılı Hıristiyanlar için bir emsal olmamıştır. Rahipler, papazlar vb son derece besili, giysileri farklı, sakalsız insanlardır. Hitler’in badem bıyığı da Naziler için bir prototip haline gelmemiştir. Belki de o tekliği, o emsalsizliği korumak için kimse buna yeltenememiştir. Giysilerin, renklerin değil ama yüzün bir aidiyet göstergesi haline gelmesi için tuhaf bir süreç işlemiş olmalı. Yüzündeki kılları bir işaret haline getiriyorsun ve bu senin nereye ait olduğunu gösteriyor. Saçma!.. Ama bu saçmalığın fark edilmemesi için insanların rasyonel bir nedeni çok önceden sahiplenmiş olmalarını kabul etmemiz gerekir. Bir Müslüman sakal bırakmasını sünnetle açıklayabilir. Ama sünnetin bir takım ellerde emanet haline gelmesi peygamberin ölümünden nerdeyse 200 yıl sonrasına dayanır. Yani peygamberin sözlerinin ve görüntüsünün aktarılageldiği gibi orijinal olmasının hiçbir garantisi yok. Burada tarih kendisini; geleceği geçmiş üzerinde bularak kurar. Çünkü Doğulu toplumlar için tipoloji kütleselliğin en temel göstergesidir. Müslümanlar bunu en masrafsız yolla yaparlar: Sakalla… Müslüman, sakal bırakmasının antropolojik nedenini unutur ama döngüsel nedenini sürekli aklında tutar. Oysa sakal heybetli olmanın, zaman bulamamanın, düzene, disipline gelmemenin, bakımsızlığın vb ayrı ayrı ifadesi olabilir. Ama Müslüman sakalı denilen şey bir kütleselliğin ifadesidir. Zamanla bakımsız görünümden ayırt edilmesi için çember sakal haline geldi. Ama muhalefete geçince ( Aczmendiler gibi) Allah ne verdiyse uzatıyorlar. Çünkü sakalın el değmemiş hali evrensel protestonun kadim bir aracıdır. Ama yine de Müslüman Çeçen gerillasının çirkin sakalı ile Che Guevara’nın sakalı arasında DNA farkı vardır: Müslümanın sakalı içindeki sürü güdüsünü gizler, sakalı yüzünün kütlesel tesettürüdür (yüzün maskesi olarak sakal); Che Guevara’da sakal yüzün kendisidir.
Marx’ta da sakal yüzünün kendisidir. Kimse Marx’ın sakalsız gençlik fotoğrafını duvarına asmaz. Filozof dediğin sakallı olur. Yaşayan bizlerin Marx’ı bu görünümüyle idol yapmamızla, Marx’ın kendi tipini sakalla belirlemesi iki ayrı niyettir (veya dürtüdür). Marx 1882 yılında Cezayir’e gider(ölümünden bir yıl önce; acaba köklerini bulmak için mi?) ve orada Cezayirli bir berbere tıraş olmadan önce, sakallı haliyle son bir fotoğraf çektirir. Bu fotoğraf bize ulaşan son görünümüdür. Engels’e yazdığı mektupta şöyle diyor: “Peygamber sakalımdan ve taçlandıran şânımdan kurtulmaya karar verdim.” Ya saçını sakalını kestirdikten sonra da bir fotoğraf çektirseydi, bu fotoğrafını duvarımıza asar mıydık?..
Türkiye solcularının ‘Stalin bıyığı’ sanıyorum sağcıların yakıştırması. Ama solcular da bunu benimsedi. Bıyık hatırına Stalin hâlâ, Türk/Kürt solcularının gözdesidir.. ortada en ılımlı haliyle bizim kötümüz durumu vardır… Bıyık üst dudağı kapatır, kılık kıyafet yönetmeliğine uymayan, berber görmemiş bıyıktır bu. Yani çıkış noktası protestoya dayanıyor. Ama bir aidiyet göstergesi olunca ilk nedenini unutuyor, solculuğun işareti haline geliyor. çaba sarfetmeden bıyıkla bir olgu haline geliyorsun. Mesela Mahir Çayan’ın bıyıksız fotoğrafları da vardır ama simgesel fotoğrafı bıyıklıdır…
Dinci badem bıyık ise iktidarla kültürlenmiş iktidardan pay alan bir evrime sahiptir. İktidarın bıyığı. Dinciliğin Diyanet aracılığıyla kontrolü artık toplumun bıyık aracılığıyla kontrolü gibi kestirme bir sürece girdi. Bıyık işte…
Sonsöz: Aslında sonsöz değil de başka bir yazıya başlangıç olabilir. Kasabalarda, köylerde ‘pala’ lâkaplı birilerini bulursunuz. İlle olur. Bıyıklılar arasından sıyrılan bıyığın dominant hali (pala aynı zamanda kısa bir kılıç çeşididir). Benzerlerine fark atan, öne çıkan. Bu aşırı erkeksilik orta yaş civarında başlar, ihtiyarlığa kadar devam eder. 'Pala' sanki bir şeyleri gizler. Toplum 'pala'yı hafif alaysılıkla kabul eder. Adlandırma sağlar bunu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder