Bu hafta sonu Almanya’da erken seçim var. Anketlerde Alice Weidel’in
başkanlığını yaptığı neo faşist AfD yüzde 20’yle ikinci parti görünüyor.
Dünkü Bild gazetesi röportajda Alice Weidel’a ilginç bir soru sormuş:
“Almanya’ya başbakan olmak istiyorsunuz, eğer bu gerçekleşirse İsviçre’de
yaşayan ailenizle Almanya’ya taşınacak mısınız?”
İçimden allah allah dedim, Avrupa Birliğini dağıtmak isteyen milliyetçi bir
kadının ailesi İsviçre’de yaşıyor, ne iş? Henüz sorunun şaşkınlığını üzerimden
atamadan Alice Weidel’ın soruya cevabı beni iyice afallattı:
“Ben bu ülkeye hizmet etmek istiyorum. Ve benim harika karım İsviçreli ve
İsviçre'de kalıyor. Şu ana kadar böyle. Ve buna uygun olarak, insanların bu
konuyla çok daha az ilgilenmelerini isterim."
Weidel’in telkininin benim üzerimde geçerli bir etkisi olmadı tabi. Aksine
onun özel yaşamıyla daha çok ilgileniyorum. Neo faşist bir lider kadın, eşi
için ‘benim harika karım’ diyorsa nasıl ilgilenmem. Yadırgıyorum ama olumlu bir
anlamı da var bunun. Sanki neo faşist imajını cinselliğiyle yumuşatan bir şey.
Cinsel tercihini cesurca söylemesinin beni yanıltmaması için yine de
ihtiyatlıyım.
Ama bir faşist, bir muhafazakâr, veya bir sağcı cinsellik konusunda her
zaman ikiyüzlüdür. Cinsellik deyince solcular da az iki yüzlü sayılmazlar. Şunu
genelde diye tüm insanlar için söyleyeyim de kurtulayım: Evet, insanlar
cinsellik konusunda her zaman ikiyüzlüdür. (Kimsenin özel hayatı bizi
ilgilendirmez sözü bu paylaşılmış ikiyüzlülüğün kamusal savunmasıdır ve başka
bir ikiyüzlülüktür.)
Konumuz neo faşist Alice Weidel’ın ikiyüzlülüğü. Somut.
Biraz araştırdım.
Alice Weidel’ın karısı Sarah Bossard bir Sri Lanka göçmeni. Üç aylıkken
İsviçreli bir aile tarafından evlatlık alınmış. Amerika’da sinema eğitimi
görmüş. Film sektöründe yapımcı olarak çalışıyor. İsviçre vatandaşı.
Lezbiyen Alice Weidel’ın partisi AfD federal Alman parlamentosunda LGBTQ+
haklarına karşı en homofobik parti. 2019 yılında eşcinsel evliliklerin iptali
için dilekçe vermişler. AfD yayınladığı bir manifestoda "Siyasi aile
idealimiz; anne, baba ve çocuklardan oluşan bir ailedir" demişti.
Peki nasıl bağdaşıyor?
Bir sigara tiryakisinin kapalı alanlarda sigara yasağını önermesi gibi mi?
Evet bunda bir çelişki yok, bir sigara tiryakisi bu yasağı çocukları için
isteyebilir.
Alice Weidel’da ise bağdaşma başka türlü:
Çünkü Batı’da cinsel özgürlük, insanların cinsel tercihlerini sapkınlık
olarak gören dinbaz göçmenlerin karşısında neo faşizme kendi “öz” toplumuyla
aidiyet kuran kültürel bir ırkçılık imkânı da tanıyor. Özellikle İslami
göçmenlere karşı yaşam tarzıyla. Cinsellik modernizmi derecelendiriyor:
‘Yadırgıyorsunuz, çünkü siz ilkelsiniz.’
Peki ya Ortadoğu’nun İslamcı yolsuzluklarına sırdaşlık sağlayan homoseksüel
lobilerin aynı zamanda LGBT karşıtı propagandaları... Hatırlıyorum, 1992
seçimlerinde Mustafa Sarıgül’ün yeni kaset çıkarmış türkücüler gibi poz vermiş
seçim afişinde aynen şu yazıyordu: ‘Bu delikanlıya oy verilir!’ Amacım Doğulu
böyle bir cinsel ikiyüzlülükle Batılı Alicevari cinsel ikiyüzlülük arasındaki
farkı anlatmaktı, tıkandım kaldım.
BOZA
Vefa bozasının şişesinde eşantiyon tarçının iliştirildiği kartonda firmanın
tarihçesini okumaya çalışıyorum. Minicik harfler. Yakın gözlüğümle bile sökmesi
zor. Yıllardır bu bozayı içtiğim halde neden şimdi?.. Bir boşluğuma geldi
diyeyim. Aslında bir açıklaması var ama iyi ki konuyu dağıtma eğilimime karşı
‘neyse’ gibi bir zarf elimin altında. Evet, neyse.
Firmanın tarihçesinden birkaç cümle:
“Hacı Sadık Bey (büyükbabamız), 1870 yılında Arnavutluk Prizze’den
İstanbul’a gelir. O yıllarda bozanın sulu kıvamlı, ESMER renkli ve EKŞİ
lezzetli biçimde, şehir halkından 200’e varan esnaf tarafından yapılıp
satıldığını görür. O dönemde farklı bir yöntem dener ve bugünkü haliyle yani
koyu kıvamlı, AÇIK SARI renkli henüz yeni mayalanma kabarcıklarının oluştuğu
andaki ÇOK HAFİF EKŞİMSİ lezzeti, bu markanın ilk imzası olur.”
Büyük harfler bana ait. Yine konuyu dağıtacağım ama başka biçimde.
(Meraklısına not: mesela bir kitabı zaman zaman da olsa "konuyu dağıtarak
okuma" özgün düşünmeye kapı açar.)
Osmanlı saray ırkçılığının Tanzimat dönemiyle yaygınlaşan bir tezahürü yok
mu burada? Osmanlı haremine kadınlar genellikle Çerkez, Gürcü ve Abhaza kökenli
kadınlardan seçiliyordu. Yani sarışın, kumral, açık tenli kadınlar. Bunun bir
tık üstü, Rum, Slav ve Doğu Avrupalı kadınlardı; daha sarışın, daha açık tenli
kadınlar padişahların gözdesiydi. (Kürt kadınlarının tercih edilmemesi günümüz
“kardeşlik” vurgusunun tarihsel dayanağı olabilir.) Tanzimat bir anlamda açık rengin
saray sınırlarının dışında popülerleşmesidir. Ama nesnelerde dolayım kazanarak.
Kendi çocukluğumdan hatırlıyorum. Kasabada, köylerde binbir çeşit meyve
olurdu, (Ahh Tirebolu’da kendi köyümün armutları!) Sonra bir gün kasaba
manavına dışarıdan elmalar, portakallar gelmeye başladı. Açık tenli, biçimli,
yakışıklı meyveler. Onlar daha pahalıydı ve ilk başta zenginlerin sofrasını
süslüyordu. Görünüş, tada baskın çıktı. Yeni nesil birçok meyve çeşidini
bilmiyor, çoğu da yok oldu zaten.
Irkçılığın bilinçdışı pörtlemesi.
Dağ başında bir köye yerleşirsem belki esmer ve ekşi bir boza yaparım
kendime.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder