26 Aralık 2025 Cuma

Eğreti Başkalık




 

Ferruh Tunç günümüzde insanlar neden şiir okumuyorlar diye sordu. Eskiyle kıyaslıyordu tabi.

Aklıma ilk geleni söyledim: Şiir okuyanı da dinleyeni de başkalaştırıyor dedim. Günümüzde daha zahmetsiz, duyarlılık talep etmeyen çok çeşitli başkalaşma imkânları var… Ne yalan söyleyeyim söylediklerim en başta beni tatmin etmedi. Ama başkası olma haline takıldım.

Ertesi gün bir süre için bulunduğum Lara’nın (Antalya) dümdüz mahallelerinden birinin ferah sokak aralarında yürüyorum, güneş ve rüzgâr. Ortalık ıssız, yazlıkların perdeleri kapalı. Evden epey uzaklaşmışım. Önümde dört yüz metrelik bir yol kaldı (mesafeleri bana sorun iyi tahmin ederim), oradan anayola sapınca geri döneceğim. Arkamdan yüksek sesli müzikle bir otomobil geliyor. Normalde müzik çalan arabalar hızlıca geçerler, bekledim ki o da çekip gitsin. Yok, sanki hızını kesmiş beni takip ediyordu, yaklaştıkça bas seslerin yanında ara sesleri de duymaya başladım, Türkçe bir rap şarkısı. Dilimin ucunda tuttuğum küfürle bir yan bakış attım, otomobilin direksiyonunda tek başına bir kadın. Yüzünü göremedim. Beni geçti, durdu, kenarda arabaların arasına park etti. Kapıyı açtı, müzik daha da yükseldi, işte dedim bir başkası olma hali. Kadın müzik eşliğinde kendinden çıkıyordu, in de yüzünü göreyim dedim içimden, yüz repertuarıma ekleyeyim seni… bunun için adımlarımı seyrelttim, hatta telefonumu elime alıp yarım dakika kadar  oyalandım da. İnmedi, müzik çalmaya devam ediyordu. Uzaklaştım. Dönüşte çapraz vuran güneşin gözlerimi kamaştırıcı etkisine maruz kaldım epey, son dönemece saptım, nihayet gölge. Eve yakın bir süpermarketin arka yoluydu burası, bir çalışan çömelmiş sigara içiyordu. İşten kaytarmış da görünmemek için bedenini iyice küçültmüştü; hayır düzeltiyorum, görünmemek için değil sadece, görünürse bağışlanmak için de bedenini küçültmüştü. Suçu üstlenen beden. Başkası olma molası. Yol yorgunuyum ve takatsiz hissediyorum, onca güneşten sonra biraz da gölgeliğin verdiği tuhaf bir gerçeklik duyumuyla olabilir belki, dikkatimi boş arsanın otları arasında dolaşan sarı cılız bir köpeğe veriyorum, bir şeyleri kokluyor. Yol boyu bakıyorum ona, selam versem sanki karşılık verecek, birkaç saniyeliğine köpekleşiyorum… evet köpek oluyorum. Daha önce de yaşadım bunu. Bir ad veriyorum bu halime: Eğreti başkalık.

Başkalığın değişik biçimleri:

Film izlerken

Hız yaparken

Hüzünlüyken

Dans ederken

Fıkraya gülerken

Koşarken

Yüksek bir yerden suya atlarken

Utanırken (hayır bu olmadı, kastettiğim iradi bir seçim, insan “başka” olmayı istiyor, kendi “normal” halinden sıkılıp transa geçiyor.)

Sevişirken

Çakırkeyifken (ama uyuşturucu etkisindeyken değil)

Öfkelenirken

Şiir okurken

Kalabalık ve tanımadığı bir ortamda söz alırken…

Hepsi de insanın bir tür başkalaşması. Hepsinin de ayrı ayrı ritüeli var. Yoksa delilik olurdu.

Devam edeyim: miting, düğün, karnaval, bayram…

Şimdi soralım, bu eğreti başkalıktan sonra dönülen yer neresi? Kendi olma hali mi? İyi de insanın kendi olması ne demek? İnsanın içinde steril bir kendilik alanı mı var? Elbette yukarıda saydığımız eğreti başkalık hallerini de “kendi” kavramının içine sıkıştırabiliriz, ama ben kendilik hakkında Türkçede iki kitabı yayımlanmış Heinz Kohut (1) gibi kendi (self)  kavramını ‘ben’den (ego) ayırarak yoluma devam etmek istiyorum. Ters bir örnek işimi görecek: Hapishanelerde insanın eğreti başkalık hali çok sınırlıdır, her mahkûmun gizli mastürbasyon uzmanı olarak kendilik halini fanteziyle terk ettiği süre hızlı ve kısa olmak zorundadır mesela. Başkalık haline izin vermeyen ortamın bizzat cezanın kendisi olması. Aynı şey, askerlikte de geçerlidir.

“Kendi” diye bir tanımdan kaçınsam da şunu söyleyebilirim: “Kendi” insanın iç tutarlılığıdır. Ve bu iç tutarlılık bir denetim ve baskı biçimidir, insan modern dünyanın sunduğu eğreti başkalık imkânlarıyla bu baskıcı “kendi”nden firar etme ihtiyacı duyar. Hapishaneden firarı insanın kendinden firarının kriminal metaforu gibi düşünelim.

Yabancılaşmadan faklı bir şey söylüyorum, başkalık var ama kalıcı ve tam değil. Bilinç kaybolmuyor; mesela çakırkeyiflik buna dahil edilebilir, uyuşturucu etkisi altında olma değil.

İnsan benliği sürekli bir şeylerden hoşlanan, hoşlanmayan, sürekli anlatan, hatırlayan, kendini izleyen, başkasının gözünde kendisini disipline eden, sadakat gösteren tüm bunları “kendi” diye bir tutarlılık içinde bir arada tutmaya çalışan yapı. Bu yapı uzun süre kesintisiz gittiğinde; yorgunluk, sıkışma, anlamsızlık vb üretiyor. Eğreti başkalık benliği havalandırmak için devreye giriyor. Döngüsü var. Tabi burada ideal olan sanatın verdiği başkalık. Kendilik ekonomisinin en iyi girdisi o. Sanat bir süre kendiliği askıya alıyor ama koruyor da. Buradaki korumayı motamot muhafaza etme değil de sanatın kendiliğe geliştirme ve iyileştirme katkısı olarak düşünelim lütfen.

Şimdi Ferruh gibi sorabilirim: Günümüz insanı neden sıkıcı kendiliğine ara verirken şiir okumayı seçmez?

 

 

(1)    Heinz Kohut, Kendiliğin Çözümlenmesi, Metis Yayınları, İst. Ekim 1998

Heinz Kohut, Kendiliğin Yeniden yapılanması, Metis Yayınları; İst. Kasım 1998




 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder