Bu bir Münir Özkul yazısı olacaktı
aslında.
Bilirsiniz zaman zaman Münir Özkul ölür ve ardından bu haber ciddi haber kaynaklarınca
yalanlanır. Bu haber akışının benim üzerimde bıraktığı etki tanıdığım birinin
ölmesi (üzüntü) ve dirilmesi (sevinç) şeklinde seyretmez. Zaten önceden öldüğünü sandığım birinin ölüm haberini alışımla bu
haberin yalanlanması arasında gider gelirim; 'Hayret!' derim. Özetlemek için tek hayret diyorum ama aslında peş peşe iki hayret: Ölüm haberi beni yanlışlarken 'A yaşıyor muymuş?' derim, bu birinci hayrettir; ardından gelen doğru
haberin öncekini yanlışlamasıyla tekrar 'A yaşıyor muymuş' derim bu da ikinci hayret olur. Neyse bundan sonra elimden
geldiğince Münir Özkul’un yaşadığına ve Arda Turan’ın hâlâ Barcelona’da
oynadığına inanacağım. Ömürleri uzun olsun. Münir Özkul ölsün de üzülelim diyen
kitleye karışmayacağım belli (Ekşi Sözlük’te atılan başlıklardan biri bu); ve
ölmeden Münir Özkul’a kadirşinaslıkta
bulunayım diye bir gönül borcum da yokken nerden esti bu yazı fikri açıklayayım.
Münir Özkul dört yüz civarında filmde
oynamış. Büyük çoğunluğu yardımcı karakterlerde; az da olsa başrol. Ama Münir
Özkul’u hafızamıza kazıyan hiç değişmeyen “iyi adam” rolü. Bu “iyi”yi tespit
edebilmemiz için etik iyiyle dramatik iyiyi birbirinden ayırmamız şart.
Türkiye’de dramatik yok-kişilik etik iyiyi sağlıyor. Dostoyevski’nin
tali karakterlerindeki derinliğin azıcığının bile Münir Özkul’da olmaması “iyi”yi nasıl bonkörce sunabiliyor bize? Soru bu. Kendine ait bir karakteri yok,
hep aynı jest ve mimik; başrol oyuncusunu konuşturuyor sadece, daha çok
komedilerde olan şey. Bu çok ilginç geldi bana. Münir Özkul başroldeki “iyi”
karakterin yanında neyi temsil ediyor sorusunun peşine düştüm. Birkaç filmini
izleyeyim dedim ve Şoför Nebahat (1970) filmiyle başladım. Filmi izlerken
yazının şaftı da kaydı. Başka bir mecraya girdim. Yazının konusu Münir Özkul
olacakken Şoför Nebahat oldu. İşte aşağıda.
ŞOFÖR NEBAHAT
Metin Erksan’ın yönettiği Şoför Nebahat
(1959) filminin ilk çevriminde Sezer Sezin argo konuşur, racon keser, yıldız
anahtarıyla adam döver, meyhanede erkek gibi kavga eder, bilek güreşi yapar ama
henüz eteklidir. Süreyya Duru’nun yönettiği Şoför Nebahat (1970) çevriminde ise
Fatma Girik pantolon giyer. Dikkatimi çeken bir ayrıntı... Senaryo aynı, sadece on bir yıllık aranın meydana getirdiği bir fark ... Nebahat tiplemesi
kendi açtığı erkeksilik kulvarının meyvesini kendi üzerinden topluyor diye not düşelim. Filmin hikâyesinin Attila İlhan tarafından yazıldığını bilmek başka bir
ayrıntıya kapı aralıyor. Şoför Nebahat tiplemesi kadının ancak erkeksileşerek
sokakta, iş hayatında (tabi iş hayatı derken taksi şoförlüğü bunun en uç hali)
yer almasını göstermiyor; erkek dünyasının gizli biseksüel eğiliminin de elini
rahatlatıyor. Attila İlhanvari biseksüellikte erkeğin efemineliğindense kadının
erkeksileşmesi yeğdir. Bunu Türkiye modernizminin de özgün süreçlerinden biri
olarak kabul edelim. Bu sürecin devamı niteliğinde görünmese de 80’li yıllardan
sonra yaygınlık açısından sürecin başka bir versiyonu sayabileceğimiz travesti
ya da homoseksüel şarkıcılar dönemine daha var. Bu konuya sonra değineceğim.
Önce Türkiye modernizminde Şoför
Nebahat’ın neyi temsil ettiğini anlayalım. Bunu anlamak için iki gerçekliği
birbiriyle ilintiye sokalım. Gerçekliklerden biri Nebahat tiplemesiyse, diğeri
bu filmi sinemada(çok sonra tv’de) izleyen kadın seyirciler: özellikle
60’lardan sonra taşrada açılan sinemalarda. Şoför Nebahat, nişanlı bir ev
kızının değişimini anlatırken, asıl başka bir değişime öncülük ediyor, veya
bunu istiyor: Kadınları sinemaya çekmek!
Şoför Nebahat tiplemesi Türkiye
modernizminde ileri bir merhale. Kadının çalışma hayatına, hem de en eril noktadan radikal bir başlangıç. Erkeklik özgür olmaya yetmezken erkeksileşen
bir kadının özgürleştiğini sanmak hoş bir yanılsama. Dünyada pek çok örneği
var: Jeanne D’arc, Calamity Jane, Kara Fatma gibi. Ama Şoför Nebahat’ın
özgünlüğü erkekten rol çalıp özgürleşmesinde değil, erkeksi olmaktan başka
çaresinin kalmamasında. Seyirci için ahlâki bir alt yapı kuruyor. Taksi şoförü olan babası ölüyor,
taksinin ödenmesi gereken borçları var, ev kirası birikmiş, nişanlısı desen
Nebahat’ın erkeksiliğini olumlayacak biçimde ana kuzusu, fayda yok. Nebahat
önce kadın haliyle geçiyor direksiyona, tacize uğrayınca her şey değişiyor, bir
sabah birden erkeksileşiyor. Şoför Nebahat, oluyor Nebahat Abla. Buradaki ‘abla’
sözcüğü söyleyenin dilinde seksapeli yok edince imalat tamamlanıyor (1). Böyle bir
Nebahat Abla sinemaya gelen kadınla ters düşmez. Çünkü sinemaya gelen kadın
taşrada 50’lerin sonunda ve 60’lardan itibaren ilk kamusal alana çıkıyor. Bu
çıkışın Nebahat’in trafiğe çıkışıyla koşutluğunu iyi takip edelim. Elbette bu
durum Nebahat’i kınayacak ve onu mutaassıp telkinleriyle boğacak sinema dışı
binlerce kadını varsaymamıza engel değil. Ama bu kadınlar zaten henüz sinemaya
da gitmiyorlar. Şoför Nebahat kendi seyircisini yaratıyor. Bunun erkek
dünyasıyla uzlaşan bir başka boyutu erkeksi Nebahat’ın kıskançlığı ortadan
kaldırması. Sosyal biseksüel eğilimin tam da bu kıskançsızlık ortamında gürbüzleşmesi.
80’lerden itibaren travesti ve
homoseksüel şarkıcıların Türkiye modernizmine katkısı ters bir versiyon ama
yine aynı kıskançsızlık ortamında gelişiyor. Erkekler, travesti bir şarkıcıya
tavernada eşlik eden kadınlarını kıskanmıyor… Yukarıda dediğim gibi bu konu daha sonra...
(1) Türkân Şoray'a da babasıyla (Ali Şen) balıkçıyı oynadığı Kara Gözlüm (1970) filminde herkes Azize Abla diye seslenir. Azize tezgahının başında şarkı söyleyip oynarken dişiliğini yine bıçkın bir erkeksilikle yumuşatır. Azize de pantolon giyer, ama asla arkasını kameraya dönmez. Azize'nin karşısında klasik müzik öğrencisini oynayan Kadir İnanır'ın alaturka düşmanlığıyla Azize'nin "alaturka" hali başka bir erkeksilik sağlar. Yerel olanın Batı'ya erkeksilikle direnmesi geleneksel bir tavır tabi. Ama burada kadının erkeksileşmesiyle oluşan tavırla sosyal bir uzlaşma gerçekleşiyor. Şimdilik bu uzlaşmaya odaklanarak kendimizi sınırlıyoruz.
(1) Türkân Şoray'a da babasıyla (Ali Şen) balıkçıyı oynadığı Kara Gözlüm (1970) filminde herkes Azize Abla diye seslenir. Azize tezgahının başında şarkı söyleyip oynarken dişiliğini yine bıçkın bir erkeksilikle yumuşatır. Azize de pantolon giyer, ama asla arkasını kameraya dönmez. Azize'nin karşısında klasik müzik öğrencisini oynayan Kadir İnanır'ın alaturka düşmanlığıyla Azize'nin "alaturka" hali başka bir erkeksilik sağlar. Yerel olanın Batı'ya erkeksilikle direnmesi geleneksel bir tavır tabi. Ama burada kadının erkeksileşmesiyle oluşan tavırla sosyal bir uzlaşma gerçekleşiyor. Şimdilik bu uzlaşmaya odaklanarak kendimizi sınırlıyoruz.
Ilk başta niyetlenilen yazıyı da bekliyorum.
YanıtlaSilİstanbul Avrupa Yakası şoför iş ilanları
YanıtlaSilİstanbul Anadolu Yakası şoför iş ilanları
Ankara şoför iş ilanları
İzmir şoför iş ilanları
Bursa şoför iş ilanları