ÜÇ KIZ
Biraz para kazanmak, biraz el aleme karışmak, biraz gözlem yapmak... Yine sınavdayım.
Bu kez Açık Öğretim Liseliler sınavında. Henüz öğrenciler gelmedi. Gözetmen kızla sesimiz boş sınıfta yankıyor. Okulun 12. sınıf şubelerinden biri. Öğrenciler mezun olurlarken kendilerinden iz bırakmışlar. Duvarları karalamışlar; pencerenin alt kenarlarında, yazı tahtasının yan kısmında, kapı pervazında yazılar. Birçok yerde üç kız ismi. Birlikte yazılmış. Belki beş altı yerde. Bazıları yan yana, bazıları alt alta. Birinde sadece baş harfler yazılmış. Birinde önce isimlerin baş harfleri sonra soyadların baş harfleri alt alta dizilmiş. Üç kız, ayrılmaz üçlü, üç ahbap çavuş: Meral Arslan, Gülten Bahadır, Aleyna Gemici (isimleri değiştirdim)…
Üçlü ilişkilerde biri çöpçatan, diğer ikisi
arkadaştır. Çöpçatan yerine harcı atan da diyebiliriz. Hatta adlandıran. Demek
istediğim üç olmak içlerinden sadece birinin derdi. Bu üç kızın ismini yazan her
kimse aynı siyah tahta kalemini kullanmış. Yazı karakteri aynı. Aynı gün
yazılmış olabilir. Buradan ilk veri yazanın aynı kişi olduğu. Yani yazan tek
kişiyken biz üçlü görüyoruz. Ya da tek kişi üçlü görünmek istiyor.
Yazan
hangisi? Gözetmen kıza soruyorum bunu ama ben de düşünüyorum. Doğaçlama
yapıyorum: Bence Meral Arslan yazmış diyorum. Harflere dikkat edin, G harfi birinin
isminin baş harfi, diğerinin soyadının. G harfi birinde normal, diğerinde orak
biçiminde. Orak biçimi bir harf karakteri mi, yoksa özensizlik mi? Bence
özensizlik. Gözetmen kıza diğer yazıları da gösteriyorum, bakın burada da böyle.
Anlaşılan Meral Arslan, Aleyna Gemici’yi sevmiyor, diyorum.
Gözetmen kız yedi yıldır öğretmen
olduğunu söylemişti, ama yüzü çocuksu; ne de olsa küçüğüm sayılır, ders verir gibi konuşuyorum. Ama asıl dersi gözetmen kız veriyor: Meral ismi hep en başta, diyor.
Şaşırıyorum. Gerçekliğin bu sadeliği şaşırtıyor beni. Kıskanıyorum da. Neden bu
iki duyguyu ifade eden tek sözcük yok? Çoğu zaman iki duygu aynı anda gelir.
Gerçekliği sadeliği içinde gören gözetmen kızın zekası karşısında duyduğum
kıskançlığımı iyi huylu kılacak bir atasözü var aklımda: akıl akıldan üstündür…
İşin edebi yönü bir tarafa, yazıyla grup olma
arasında ilginç bir şey var; yazı, yazanın dürtüsünü gizliyor; bu minimal deneyin genel sonuçları olabilir, şimdi açıklayabileceğimi
sanmıyorum.
KÖTÜ NEZAKET
İki ay önce (üç ay da olabilir) K.’ya evden
çıkmamız gerektiğini ve ev aradığımı söyledim. K. duraksadı. Telefon konuşması
da kısa sürdü zaten. K.’yı duraksama nedeninin üzüntü olmadığını bilecek kadar
tanıyorum. Benim kendi problemlerime gömülmüş olduğum gerçeği yüzünden
K.’nın kendinden söz etme şartı ortadan kalktı, bir; ve bu problemime karşılık K.’nın
elinden bir şey gelmeyeceği apaçıktı, iki. Epey zamandır aramıyor.
DÜŞÜN!
Jean Amery ‘nankör itiraf’ diye bir söz etmiş,
hangi anlamda kullandığı çok net değil; bende zengin çağrışımları var bu sözün…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder