‘Yaylaya gitmek.’ Tam da bu sözü
söylemek için gitmek. Hiçbir öykü yok, gitmek ve gelmek; bu çok açık.
Duyduğunuz anda ne olup bittiğini anlıyorsunuz, sözcük çağrışımlarıyla
üzerinize çullanıyor: serinlik, sis, soğuk su, et ızgara, uzaklık, tırmanma,
ıssızlık, içki vb. Bütün bunlar sözcüğün kefil olduğu şeyler.
Eskiden kasabalının yaylaya gidip
gelmesinin rövanşı yoktu. Yayla civarında oturan köylüler, kasabalılar gibi
aynı periyotta gidip dönemezlerdi. Kırk yılın
başında bir kez; mesela Mayıs 7’sinde (miladi 20 mayıs) rengârenk giysileriyle
kasabayı birden işgal ederek…
Dedelerinden, ninelerinden kalma büyükbaş, küçükbaş hayvanlarla yapılan yarı göçer bir hayatın taklidi
değildi bu. Aksine kasabalılar yaylaya giderek egzotik bir yolculuk yapmış
olsunlar, hayır kendilerini modern tarafta hissetmenin başka inandırıcı
yöntemleri var.
Başka
bir şey… Gurur!..
Yaylaya
gittim diyenin bundan gurur duyduğu belli. Çıkış noktamız burası olsun. Bu
gururun peşine düşelim. Dileyelim ki bu gurur özgün olsun.
Yaylaya
gitmek bir ‘bulunuş’; yani orada bulunmak, ‘gezmek’ değil. Yayla dediğiniz yer
küçük bir kovboy kasabası aslında. Binaların başı ve sonu tık diye kesiliyor.
Arazi binaların alanı değil, mesela bahçe veya tarla değil, bina doğayla
kaynaşmıyor, arazi uzantıyı vaat etmiyor; film platosu gibi.
‘Yaylaya
gittim.’ Bu söz bir öykünün giriş cümlesi gibi kuruluyor her seferinde.
Akabinde baştan geçen bir olay anlatılacakmış gibi. Halbuki bu kadar. ‘Yaylaya
gittim!..’ olayın kendisi bu. Atlı karıncaya bindim der gibi (bugünlerde roller
coaster’a). Yani sözün verdiği ayrıcalıkla; bir risk yaşadım, metanet gösterdim
ve bundan söz etmeye hak kazandım. Bu tekrarı sağlayan dürtü ne olabilir?
Erginlenme?..
Yayla,
kasabanın uzağı: hem kasaba sınırları içinde kalan hem de uzak olan. Yol kısa
ama kıvrım kıvrım ve yokuş yukarı… gidiş zamanı uzun ve maceralı, uçurumlar
barındırıyor. Değişik bir coğrafya… yeşil ormanlardan sonra pat diye her tarafı
bozkır bir platoya varıyorsunuz, iklimi farklı olan bir yere; uzaklığı teyit eden bir şey bu… Herkes yaylaya
önce ebeveynlerinin korumasında gider. Yaylaya ebeveynsiz gitmek bir erginlenme
töreni sayılabilir mi?
Türkçeye
erginlenme diye çevrilen inisiyasyon/initiation sözcüğü meğer Latince
initiare=başlamak sözcüğünden geliyormuş. Bu sözcük yürümek, gitmek anlamına
gelen ‘ire’ fiili ve içerisine anlamını katan ‘in’ takısıyla ilgiliymiş.
Yaylaya
gittim demek erginlenmenin tekrar eden regresyonu galiba…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder